Asgari Ücret Tespit Komisyonu
çalışmalarına başladı. 2025 yılında Türkiye’de uygulanacak en düşük çalışma
ücretinin ne olacağını belirleyecek. Hâliyle kamuoyunda da mevzuya ilişkin
konuşmalar, tartışmalar yürütülüyor. Her alanda olduğu gibi bu alanda da mesafe
aldıracak en önemli husus; sorunlarımıza ilişkin yürüttüğümüz konuşmaların,
tartışmaların niteliği olacaktır. Bu vesileyle birkaç hususa değinmekte yarar
görüyorum.
Ülkemizde ücret tartışmalarının “toplumsal eşitlik”, “adil paylaşım” üzerinden yapılmak yerine bir tür “kanaatkârlık” temelinde yürütülüyor olmasını not ederek başlamakta fayda var. Yeni kapitalist kültür tarafından hırpalanmış olsa da bu yönde bir toplumsal formasyonun yürürlükte olduğunu söylemek gerekiyor. Yoksullar, genelde olumsuz yaşam koşullarına rağmen daha mutlu, daha huzurlu ve daha dürüst bir yaşam içinde sunuluyor. İnsani bağları, aidiyetleri, yardımlaşma ve dayanışma yetileri zenginlere göre çok daha güçlü bir toplumsal kesim olarak kabulleniliyor. Yeşilçam filmlerinin neredeyse temel tezlerinden birisi, erdemli ve gururlu fakirlerle şımarık ve yozlaşmış zenginler arasındaki çelişki üzerine oturtulur. Bu işleyiş, zenginlik-yoksulluk dikotomisini sadece fakirliği olumlayan bir aksa yerleştirmekle kalmıyor aynı zamanda âdeta konunun bütün dengesini kaydırıyor. Bu dengesizlik içerisinde son derece sınırlı ve manipülatif bir alana indirgenen konuyu eskilerin ifadesiyle efrâdını câmi ağyârını mâni şekilde değerlendirmek de mümkün olmaktan çıkıyor.
Diğer önemli bir husus ise
meselenin teknik, tali bir lokasyonda tüketiliyor olmasıdır. Soğuk rakamlar,
istatistikî veriler, ekonomiye ait anlaşılmayan teknik bir dil üzerinden
seyreden konuşma; hayatla, insanla, tahripkâr koşullarla bütün bağını yitirerek
mekanik bir hesaplamaya dönüştürülüyor. Bu kombinasyon içinde gündem edilen
konunun neye karşılık geldiği bir türlü anlaşılamıyor. Yüzdelerin, rakamların
vs. dile geldiği tartışma, âdeta bağlamsız, atmosfersiz bürokratik bir işlem
intibaı uyandırıyor.
ASGARİ ÜCRET NEDİR, NEDEN ÖNEMLİDİR?
Asgari ücret; bir işçinin bir
ay boyunca tam zamanlı çalışması karşılığında alabileceği en düşük ücreti ifade
ediyor. Asgari ücret, işçilerin asgari yaşam standartlarını korumalarını
sağlamak, adil ücret dağılımını teşvik etmek ve çalışma koşullarını
iyileştirmek amacıyla oluşturulmuş bir düzenlemedir. Asgari ücret, işçinin ve
bakmakla yükümlü olduğu kişilerin insan onuruna uygun bir yaşam sürmelerini amaçlamak
ve bunu yasal bir kararla belirlemek için tespit ediliyor. Bu süreçte üzerinde
titizlenmemiz gereken husus da zaten “insan onuruna uygun bir yaşam sürme”
amacının kendisidir. Bu açıdan bakıldığında asgari ücrete ilişkin tartışmanın
açıklanacak rakamın veya yapılacak yüzdelik zammın oranının ne olacağıyla
sınırlı bir anlamı olamaz.
Maalesef asgari ücretin ne tür bir yaşam formuna göndermede bulunduğu genellikle göz ardı ediliyor hatta özenle gözden kaçırılıyor. Asgari ücreti mevcut ekonomik gerçekliğin içinde matematiksel bir işlem şeklinde gören ana okuma tam da bunu yapıyor. Elbette bir noktaya kadar ekonomik gerçekliği dikkate almak kaçınılmazdır. Ancak ekonomik gerçekliği, içinde olduğu genel ekosistemle bütünlüklü değerlendirmediğimizde anlamlı bir çözüm üretmenin imkânı kalmaz. Çünkü asgari ücret, adındaki asgariden de anlaşılacağı üzere verilecek en düşük ücrete vurgu yapar. Belirlenen ücretin altında kimseye bir ücret verilemeyeceğini açıklar. Bu açıdan esas itibarıyla asgari ücret çok önemli, çok anlamlıdır.
ASGARİ ÜCRET NEREDE, HANGİ KOŞULLARDA UYGULANIYOR?
Görece teorik sayılabilecek bu
mülahazaları kenarda tutup pratiğe geldiğimizde gerçeğin çölünde kendimizi
buluyoruz. Asgari ücretin 17.000, 27.000 veya 47.000 olmasının kendi başına bir
anlamı yok, olamaz. Asgari ücret nerede uygulanmaktadır? Hangi dönemde, hangi
ülkede uygulanmaktadır? Şüphesiz “asgari ücret nedir, açlık ve yoksulluk
sınırıyla bağı, bağlantısı var mıdır?” ile birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Bu yüzden asgari ücrete ilişkin teorik değerlendirmeleri ancak hayatın olağan
ritmi, dokusuyla etkileşime sokarak anlayabiliriz. Belirttiğimiz asgari ücret
Medînetü’l-Fâzıla’nın koşullarında yaşayan insanlar için belirlenmiyor. 2025
Türkiye’sinin tarihsel, toplumsal koşulları içinde geçerli olacak. Buradaki
hayat şartları, siyasi vaziyet, ekonomik gerçeklik, bölüşüm mekanizması vs.
üzerinden ele alabiliriz ancak.
Bu tartışmada ciddi yanılsamaya neden olan önemli bir husus da asgari ücretin adıdır. Asgari ücret dendiğinde sanki Türkiye’de ortalama ücret bunun çok üzerinde bir tutarmış gibi bir algıya yol açıyor. Hâlbuki asgari ücret neredeyse Türkiye’deki temel çalışma ücretini oluşturuyor. Avrupa’da asgari ücretle çalışanların oranı tüm çalışanlara oranla yüzde 3-5’lerdeyken ülkemizde asgari ücretli çalışma oranı yüzde 50’lere varıyor. Dolayısıyla Türkiye’de asgari ücret dediğimizde çalışanlar içerisinde küçük bir kesimin aldığı ücretten bahsetmiyoruz. Tersine çoğunluğun ücretinden bahsediyoruz.
Bilindiği üzere Türkiye’de asgari ücret de dâhil çalışanların ücretlerinin belirlenmesinde ana belirleyici unsur olarak enflasyon kullanılıyor. Enflasyona endeksli bir asgari ücret zammı tartışması iki açıdan çok problemli. Birincisi, enflasyonun doğru ölçülmediği gerçeğidir. TÜİK ve ENAG verileri arasındaki yüzde 100’lük fark bunu gösteriyor. Dolayısıyla enflasyona endeksli bir artış manipüle edilmiş, işlemden geçirilmiş rakamlar üzerinden ele alındığında bırakın zam almayı mevcut kayıpları telafi etmek bile imkânsız hâle geliyor. İkincisi de enflasyonu baz almak, tamamen doğru ölçüldüğünü varsaydığımızda bile, ülkenin büyümesinden pay alınmaması anlamına geliyor.
Türk-İş’in Kasım 2024 verilerine göre dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması tutarı, yani “Açlık Sınırı” 20.562 TL, gıdayla birlikte diğer tüm temel harcamaları (giyim, ulaşım, barınma, sağlık, eğitim vs.) için bir haneye girmesi gereken toplam gelir tutarı, yani “Yoksulluk Sınırı” 66.976 TL’dir. Bu veriler üzerinden bakıldığında Türkiye’de çalışanların (kayıt dışı çalışanlar da dâhil edildiğinde) yarısından fazlasının asgari ücretle çalıştığını, yani “Açlık Sınırı”nda bir yaşama mahkûm edildiğini tespit etmek gerekiyor. Bu tespit renksiz, kokusuz bir doğa durumuna göndermede bulunmuyor. Yukarıda belirtildiği gibi milyonlarca erkeğin, kadının hayatında bunun neye karşılık geldiğine, ne anlam ifade ettiğine dikkat kesilmek durumundayız.
ASGARİ ÜCRET, ASGARİ HAYAT DEMEKTİR!
Günümüz dünyasında hem çalışma
hem de ücret çok daha önemli ve kritik bir yer teşkil ediyor. Hayatımız
ekonominin, ekonomik gerçekliğin artan ağırlığı ve önemi altında şekilleniyor.
Bu yüzden çalışma da ücret de bireylerin sadece ekonomik sisteme değil,
toplumsal, politik ve ailevi işbirliği tarzlarına entegre olduğu birincil
araçtır. Çalışma, sadece ekonomik mallar ve hizmetler üretmez, toplumsal ve
politik özneler de üretir. Başka bir deyişle ücret ilişkisi sadece gelir ve
sermaye yaratmaz; disipline edilmiş bireyler, idare edilebilir özneler,
saygıdeğer vatandaşlar ve sorumlu aile üyeleri de yaratır. Dolayısıyla çalışma,
çalışma hayatının koşulları, ücretler, bölüşüm vs. gibi hususlar, zannedilenin
ötesinde bir hayat tanzimine göndermede bulunur. Zaten temelde ikincil bölüşüm
süreci olarak siyasetin -özellikle bizim gibi ülkelerde– taşıdığı büyük önem de
bu tanzimdeki rolü dolayısıyladır.
Bauman’ın ifadesiyle yoksulların defolu tüketicilere dönüştüğü, yoksulluğun mücrimleştirildiği bir kültürel evrendeyiz. Asgari ücret, sınırlı bir ücret alımına işaret ettiği gibi daha ciddi olanı kısır bir hayata, kısır hayatın tahripkâr koşullarına göndermede bulunur. Yoksulluğun mücrimleştirildiği, tüketmenin neredeyse normatif bir hüviyet arz ederek karakter aşındıran ekonomi-politik içinde çalışmayı ve ücret politikasını çok boyutlu değerlendirmek zorunludur. Bu bağlam içinde asgari ücret sadece Türkiye’de çalışan kişinin aylık ücretini değil, aynı zamanda Türkiye’nin ve geleceğinin hangi koşullar içinde şekilleneceğini belirleyen bir ölçüt olarak değerlendirilmelidir.
İnsanların aylık ücretini belirlerken esasında kuşaklar boyu transfer edilen, Bourdieu’nun tabiriyle bir yatkınlıklar sistemini de tahkim ediyoruz. Çünkü ücret aynı zamanda yaşayacağınız hayatın sınırlarını çiziyor, şartlarını belirliyor. Bu yüzden de Amartya Sen’in yoksulluğu, insani işlevlerin ve insan kapasitesinin engellenmesi olarak tanımlaması çok anlamlıdır. Asgari ücret, açlık sınırı, yoksulluk sınırı vs. gibi gündem başlıkları maddi tüketim kapasitesi olarak değil, insani gelişimin engellenmesi olarak değerlendirmek, meselenin kavranmasında eşik atlama işlevi görecektir. Sosyolog Sennet “Eşitsizlik mesafeye dönüşür ve bu mesafenin ürettiği maliyet teknik hesapların şüphesiz çok ötesindedir” derken esasında vurgulamaya çalıştığımız şeyi belirtmektedir. Türkiye’de çalışanların yarısının asgari ücretli oluşu; yapısal eşitsizliği açığa vurduğu gibi yürürlükteki ekonomi-politiğin sınıfsal niteliğini de gözler önüne seriyor. Beka tartışmalarının, güvenlik endişelerinin paylaşıldığı bir kesitte asgari ücretin, ücretlilerin oluşturduğu yüksek riski ve maliyeti görmek, eşitsizliği üreten, derinleştiren ve yeniden üreten bir sistemin yapısal fonksiyon bozukluğuyla birlikte değerlendirmek durumundayız. Toplumsal eşitlik, adil bölüşüm teknik bir mesele değil, önemli oranda yapısal, politik bir meseledir. Bu yüzden Asgari Ücret Komisyonu’nun belirleyeceği ücret, matematiksel bir işlem değil yürürlükteki sistemin hangi ilkeler doğrultusunda ve kimden yana çalıştığıyla doğrudan ilintilidir. Sistematik şekilde asgari ücretlilerin arttığı, toplumsal eşitsizliğin derinleştiği yerde hükümet kanadından gelen “Çalışanlarımızı enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz!” ifadeleri de bunun müşahhas kanıtları olarak not edilmelidir.