On
binlerce insanın hayatına doğrudan tesir eden bir sürecin en kritik anında
öğretmen adaylarının mülakat puanları açıklandı ancak sıralamalarının ne olduğu
bilinmiyor. MEB, yaptığı açıklamalarla mülakat sürecinde ne kadar hassas
davrandığını, mülakat süreci üzerinde şaibe oluşturmamak için nasıl tedbirler
aldığını ifade ediyor ancak nihayetinde bütün bu hususlar, sıralamaların
açıklanmamış olması garabetinde tuzla buz oluyor.
Millî
Eğitim Bakanlığı (MEB) önümüzdeki günlerde sözleşmeli öğretmen ataması yapacak.
14-20 Kasım 2024 tarihleri arasında başvurular alınacak ve 23 Kasım 2024
tarihinde de atama sonuçları açıklanacak. Bilindiği üzere sözleşmeli öğretmen
istihdamına ilişkin sözlü sınav süreci 2 Temmuz 2024 tarihinde başlamış ve 10
Ağustos 2024 tarihinde tamamlanmıştı. Adayların tüm beklenti ve ısrarlarına
karşın MEB, Danıştay’da devam eden davayı gerekçeyi göstererek sonuçları
açıklamamıştı. Nihayet geçenlerde adayların mülakat sonuçları açıklandı ancak
bu kez de mülakat puanlarının ardından adayların oluşan yeni sıralamaları
açıklanmadı.
Bastırma ve Bastırılanın Geri Gelişi
Lacan’ın
bastırma ve bastırılanın geri gelişi çözümlemesine ilişkin Žižek’ten bir
alıntıyla başlayalım: “2023 Şubat’ında Colin Powell, BM Güvenlik Konseyi’ne
Irak’a yapılan saldırının savunmasını sunduğunda, ABD delegasyonu konuşmacının
durduğu yerin arkasındaki Picasso’nun Guernica tablosunun büyük
reprodüksiyonunun başka bir süslemeyle örtülmesini talep etmişti. Her ne kadar
resmî açıklamada Guernica’nın, Powell’ın televizyon ekranlarında yayımlanan
konuşması için doğru görsel arka planı oluşturmadığı söylendiyse de ABD
delegasyonunun neden çekindiği gayet açıktı: Tablo, iç savaş sırasında bir İspanyol
şehrine yapılan Alman hava bombardımanının korkunç sonuçlarını hatırlatıyordu
ve Powell, Irak’ın ABD hava kuvvetleri tarafından bombalamasını savunurken arka
planda durursa, “yanlış ittifaklar”a yol açabilirdi. Lacan’ın bastırma ve
bastırılanın geri gelmesi bir ve aynı şeydir diye iddia ederken kastettiği şey
budur: Eğer ABD delegasyonu gizleme talebinde bulunmasaydı, muhtemelen kimse
Powell’ın konuşmasıyla asılı duran resmi eşleştirmeyecekti, aradaki bağlantıya
dikkatleri çeken ve doğruluğunu onaylayan tam da bu hareket oldu.”
Lacan’ın
bastırma ve bastırmanın geri gelişine ilişkin çözümlemesi bana MEB’in mülakat
özelindeki işleyişini çağrıştırıyor. Mülakatı ve çağrıştırdıklarını perdelemek
için ısrarla bastırılan, bir bumerang gibi geri geliyor. Bir seçme-eleme
yöntemi olarak mülakatın insan kaynakları yönetiminde kullanımı çok da istisnai
sayılmaz. Özellikle özel sektörde neredeyse temel belirleyici bir seçme-eleme
enstrümanı. Kamuda ise bu yaygınlıkta olmamakla birlikte belirli dönemler ve
belirli alımlar için başvurulan bir yöntem. Ancak Türkiye’nin istihdam pratiği,
bu yöntemin insan kaynağı yönetiminin makul ve meşru bir enstrümanı olmaktan
ziyade fiili olarak bir kayırma düzeneği olarak iş gördüğünü göstermektedir. Bu
nedenle mülakat üzerinden alımlar olabildiğince sınırlandı, hatta en son geçen
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kaldırılması Erdoğan’ın en önemli vaatlerinden
birisiydi. Zaten Erdoğan’ın mülakatın kaldırılmasını topluma vaat olarak
sunması da toplumdaki karşılığının aşırı negatif olmasıyla ilintiliydi.
Seçimlerin
ardından Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, “Mülakatı mülakat gibi yapacağız, hiç
kimsenin hakkını yemeyeceğiz” ifadeleriyle uygulanmasına devam edileceğini
açıkladı. Gerekçe olarak da ÖSYM alan testindeki verilere bakıldığında öğretmen
adaylarının başarılarının çok düşük ve MEB’in temel görevinin ve ihtiyacının
nitelikli öğretmen istihdamı olduğu gerçeğini gösterdi. Dolayısıyla Yusuf
Tekin’in söylem mimarisi; MEB’in nitelikli öğretmenlere ihtiyaç duyduğu, mevcut
adayların niteliğinin düşük olduğu ve buradan hareketle mülakatın makul ve
meşru olduğu şeklindeki bir denklem üzerine inşa edildi. Gerçekten de
eğitimdeki genel memnuniyetsizlik ve başarısızlık ile öğretmen adaylarının KPSS
alan testindeki düşündürücü sonuçları bir araya getirildiğinde kimsenin “iyi de
buradan hareketle mülakat nasıl meşrulaştırılır?” demeye mecali kalmadı. İlk
iki öncül o kadar çarpıcıydı ki sonucun ne olduğuna, öncüllerle bağlantısının
nasıl kurulduğuna ilişkin bir sorgulamaya fırsat olmadı.
İşleyişin Keyfekederliği
Türkiye’de makul, meşru gerekçeler ileri sürüp
keyfekeder uygulamalar ihdas etmek gibi bir bürokratik gelenek var. Fiili
işleyişin eksikliklerini gerekçe gösterdiğinde hayata geçireceği her
düzenlemenin yerindeliğinin kendiliğinden sağlandığını varsayıyor. Nitekim
Millî Eğitim Bakanı da öğretmen alan testi sonuçlarının düşüklüğünü ve
dolayısıyla öğretmen adaylarının yetersizliğini gerekçe göstererek mülakatın ne
kadar yerinde olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Elbette ÖSYM’nin alan testi
istatistikleri bir facia görünümünde. Ancak bu istatistiklerin düşüklüğü ile
mülakat uygulaması ve öğretmen niteliğinin artırılması arasında kurulan
denklemde bir uyum yok. Mülakat bir seçme-eleme enstrümanı. Zaten ÖSYM
istatistiklerine konu olan öğretmen adaylarının girdikleri KPSS sınavı da
adayların seçme-elemesinde kullanılan bir yöntem. Dolayısıyla aynı işlevi gören
iki aracı birden kullanmak gibi bir garabetle karşı karşıyayız. Üstelik
mülakatın geçerliliği, güvenilirliği çok tartışmalı ve Sayın Bakan’ın ima
ettiği gibi nitelik açığını kapatan, gideren bir mekanizma değil. Böyle bir
intiba oluşturmak, bu tarz bir söylem üzerine kamu politikası ihdas etmek ancak
işleyişimizin keyfekederliği ile açıklanabilir.
Mülakatın Etkisini Sıfırlamak
15
Temmuz’un ardından 25 Temmuz 2016 tarihinde 668 sayılı KHK ile mülakatla
sözleşmeli öğretmenlik uygulaması getirildi. Fiili işleyiş, adayların aldığı
KPSS puanlarının yuvarlanması şeklindeydi. Örneğin adayın KPSS puanı 77,48 ise
mülakat komisyonu bu puanı ya 77’ye indiriyor ya da 78’e tamamlıyordu. Böylece
mülakat üzerinden oluşacak bir şaibenin önüne geçmek için mülakatın etkisi
göstermelik olarak devam etse de fiilen sıfırlanmış oluyordu. Bu süreçte bir de
güvenlik soruşturması olumsuz çıkan adayların elenmesi için örtük bir enstrüman
olarak mülakatın kullanımı söz konusu oldu. Bu tarz bir olumsuz güvenlik durumu
olduğu iddia edilen adaylara mülakat üzerinden 60 puanın altı verilerek başvuru
yapmaları engellenmiş oluyordu. Bu yüzden de Millî Eğitim Bakanı ısrarla
mülakatın yüzde 100 olan etkisini şimdi yüzde 50’ye düşürdüklerini ifade
ediyor. Bakan’ın ifadeleri de önceki uygulama da, neresinden bakarsanız bakın
Türkiye için ibretlik bir görünüm sunuyor.
Devletin
iş ve işlemlerinin en önemli vasfının rasyonellik olduğu dikkate alındığında
kayırma, iltimas şaibesi oluşturacağı düşünülen bir uygulamayı yürürlükten
kaldırmak yerine etkisini sıfırlayarak varlığını devam ettirmenin ne anlamı
olabilir? Bu arada gerçekten de kayıran birilerinin var olup olmadığını da tam
bilmiyoruz. Diğer taraftan devletin güvenlik ve yargı bürokrasisi var ve kimin
güvenlik açısından gerçekten atanma ehliyeti taşıyıp taşıyamadığına karar
verecek olan da onlar. Onların, belirlenmiş prosedürler içerisinde vereceği bir
kararı MEB’in mülakat komisyonları üzerinden örtük bir şekilde vermeye
çalışmanın ne gereği var?
Dolayısıyla
toplumsal bellekte karşılığı olumsuz olan bu düzenleme, iliştirilen amaçları
gerçekleştirmesi mümkün olmadığı da çok açık olduğu halde yürürlükte tutuldu.
Bu sürecin ardından zaten geçenlerde çıkan Öğretmenlik Mesleği Kanunu ile bir
daha kullanılmayacak olan uygulama üzerinden yüz binlerce öğretmen adayı ve
toplum, MEB’in ısrarıyla cendereye alındı. MEB, mülakatla eğitim fakültesinden
veya diğer belirlenmiş fakültelerin bölümlerinden pedagojik formasyon alarak
öğretmen olarak atanabilir yetkinliğine erişmiş adayların bu gerçekliğini
paranteze alarak 40-45 dakikalık bir mülakatla yeniden değerlendireceğini
belirtmektedir. Bu 40-45 dakikalık zaman diliminde -ki mülakatların büyük çoğunluğu
fiilen 10-15 dakika civarında sürmüştür- “adayın alanıyla ilgili
konu/kazanım/hedef/süreçlere ait bir dersin işlenişinin veya öğrencilerle
yapılacak çalışmaların örneklerle açıklaması, bu soruya cevap verirken dersinde
ve kendisine sorulan konu/kazanım/hedeflerin özelinde öğrencilerle hangi
çalışmaları yapabileceğini, sınıf ortamında nasıl ders işleyeceğini, hangi
detaylara değineceğini, hangi yöntemleri kullanacağını örnekler vererek
açıklaması, kendi alanları ile ilgili soruya cevap verirken bilimsel ve
teknolojik gelişmeler ile dersi arasındaki ilişkiye yönelik cevapları şu
hususlara dikkat ederek vermesi beklenir: Öğretim süreci tasarımını/kurgusunu
açıklarken ‘dikkat çekme, hedeften haberdar etme, ön koşul öğrenmeleri
hatırlatma, materyalleri sunma ve uygulama/etkinlikleri gerçekleştirme,
öğrencilerin hedef davranışı göstermesini sağlama, öğrenciye geribildirim
sağlama, değerlendirme, kalıcılığı ve transferi sağlama’ hususlarına değinerek
dijital ve teknolojik araçlardan ne şekilde yararlanacağını belirtecek.
Dolayısıyla mülakatla ‘adayların iletişim becerileri, özgüveni ve ikna
kabiliyeti; bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı; topluluk önünde temsil
yeteneği ve eğitimcilik nitelikleri başlıklarına yönelik değerlendirilmesinde
tüm sorulara vermiş oldukları cevaplar dikkate alınacak’.”
Yozlaştırıcı Bir Pratik
Tekrar
dönelim hikâyenin başına. Nitelikli öğretmen ihtiyacı, öğretmen adaylarının
alan testindeki başarılarının düşüklüğü ile başlayan gerçeğin çölüne çağrı,
sürreal bir “mülakat” anlatısının içinde mantık ötesine taşındı. Şimdi de on
binlerce insanın hayatına doğrudan tesir eden bir sürecin en kritik anında
öğretmen adaylarının mülakat puanları açıklandı ancak sıralamalarının ne olduğu
bilinmiyor. MEB, yaptığı açıklamalarla mülakat sürecinde ne kadar hassas
davrandığını, mülakat süreci üzerinde şaibe oluşturmamak için nasıl tedbirler
aldığını ifade ediyor ancak nihayetinde bütün bu hususlar pis bir gerçeğin
güzelim bir teoriyi berbat etmesi gibi sıralamaların açıklanmamış olması garabetinde
tuzla buz oluyor.
Türkiye’nin
en stratejik önemdeki insan kaynağının güven ve aidiyet duygularını baltalayan
bu tarz uygulamalar, dayandırıldıkları gerekçeleri karşılama hüviyetinden
yoksun oldukları gibi devletin kendisi için de pratik-pragmatik bir anlam
taşımaktan uzaktırlar. Bir kamu politikasının taşıması gereken nitelikler
bellidir ve bunlara ihtimam gösterilmediğinde, mülakat örneğinde olduğu gibi,
elimizde devletin işleyişini şaibeli kılan yozlaştırıcı bir pratik kalıyor.
Zaten bastırılanın aynı şekilde geri gelmesinin mantığı da burada yatıyor.
Bastırma, rahatsız edici bir durumun görünmez kılınması, bilinçaltına
süpürülmesi, bir problem yokmuş gibi davranılmasıdır. Mülakat sonuçlarının
ardından oluşan yeni sıralamanın açıklanmamış olmasını tam da kamuoyundan
kaçırılmak, bir problem yokmuş gibi gösterilmek istenen mülakatın bütün
sevimsizliğiyle bize geri gelmesi olarak değerlendirmek gerekiyor. Üstelik
durumumuz ABD delegasyonunun Guernica tablosuyla kapatmak istediğinden daha
vahim. Orada bastırılmak istenenin kötü de olsa da anlaşılabilir bir gerekçesi
görülebiliyor. Bizim bastırmamızın vahameti ise anlaşılabilir bir gerekçeden de
yoksun oluşudur. Bir şey yapıyoruz, bu şeyi bir şeyler için yaptığımızı
söylüyoruz ancak ne yapılan şey ne yapılmasına gerekçe olarak ileri sürülen
şeyler arasında bir bağlantı var. Gerçekten çok yazık!