Önceki gün itibariyle Türkiye seçimini yaptı. Her seçimin
olduğu gibi bu seçimin de kazananları, kaybedenleri, en’leri oldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hiç seçim kaybetmeyen ve girdiği her seçimi
kazanan aday olarak tarihe geçti. Erdoğan, seçim çalışmalarında en çok ‘Yeni
bir Yüzyıl’ vurgusu yaptı. Kısıklı’daki ve Beştepe’deki konuşmalarında da bu
vurgu öne çıktı.
Niçin yeni bir yüz yıl? Malumumuz Osmanlı bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında devlet oldu. Ve o günden bu güne tam yüz yıl/ bir asır aradan geçti. Ve yeni bir yüz yıl, kapılarını aralamış. Ülke, yönetim ve ülke insanı bu yeni açılan kapıdan yapılan vurguyu ve vaat edilenleri düşünerek girecek.
Geçen yüz yıl, hepimizin malumu… Belki Batı’yı kendine kıble edinenler, Kemalist bir bakışı hayat tarzı yapanlar için o olumlu, kabul edilebilir, özlenen, uğruna transa girilen, On Yıl ve İzmir Marşları aşkında ve tadında bir yüz yıl olabilir. Lakin kazın ayağı hiç öyle değil… O defteri ardına kadar değil de azıcık aralayıp açtığımız zaman dahi ne acılar, katliamlar, travmalar, asimilasyonlar, inkârlar, ötekileştirmeler ve putlaştırmalar kendini trajik ve dramatik birer sahne olarak hemen gösterecektir.
Osmanlı bakiyesi bir coğrafya ve yeni bir rejim ama Osmanlı adına tüm mirası reddeden, ümmeti ulus aşkına kurban eden, İslami değerleri gökteki dogmalar olarak değerlendirip Batı’nın batıran tüm tarzlarına medenilik ve modernlik adına kapıları, zihinleri ve gönülleri ardına kadar açan; diğer kimlik ve dillere hayat hakkı tanımayan, Müslümanın inancını laiklik ilkesi kılıfıyla yok sayan ve yasaklayan, irtica aldatmasıyla ülkenin nice on yıllarını karanlığa boğan, her muhalifi sistemin zulüm çarklarında ya darağaçlarıyla, ya toplu katliamlarla, ya sürgünlerle ya da işkence ve kahır yüklü zindanlarla öğüten bir akıl, bir zihin ve bir yönetimi miras olarak devreden bir yüzyıl var geride kalan.
Bu yeni yüz yıl, her şeyden önce bütün bu yaşanmışlıkların özrüyle, hak ve itibar iadesiyle, kardeşlik söyleminin eşitlenmiş bir pratikle telafisi olmalıdır.
Bu yeni yüz yıl, tüm farklı kimlikleri, dilleri ve inançları coğrafyanın çeşit çeşit güzellikleri ve renklerinin yaşam tarzı olarak kabul edildiği bir dönem olmalıdır.
Muhalif ve düşman algısı benim gibi düşünmeyen, yaşamayan ve uygulamayan olmaktan çıkarılıp tüm hedefi fitne, fesat, imha, tezyif ve tahkir olan kişi, yapı ve oluşumlara hasr edilmelidir.
‘Önce insan, öncelik adalet’ sözü dillerde bir slogan, duvarlarda bir vecize, gönüllerde bir kabul ve icrada ‘amasız, fakatsız ve lakinsiz’ bir ilke olmalıdır.
İnsanlar suç işleyebilir, suçlu olabilir veya suçlanmış olabilir. Bu doğaldır, insanın olduğu yerde hata vardır, yanılma vardır, aldatma vardır, hırs vardır veya icbar vardır. Ceza ve infaz suçun niteliğine göre ama insan onurunu koruyan bağlamda olmalıdır. Suçlu veya suçlanan kişi temel hayati ihtiyaçlarından men, mahrum ve mağdur edilmemelidir. Suçlanma kişinin ailesine, yakınlarına teşmil edilip insanlara ‘vebalı’ muamelesi yapılmamalıdır.
Ne olursa olsun iş ve hizmet ihdasında ehliyet ve liyakat öne çıkmalıdır. Benim yeğenim, onun kardeşi, ötekinin gelini, şunun damadı diye ‘referans, torpil, mülakat’ gibi hileli gidişler ve danışıklı dövüşler olmamalıdır.
Her insanın ‘can, mal, nesil, akıl ve inanç’ emniyeti güvenlikçi bir edayla değil güven veren bir edayla değerli kılınmalı ve korunmalıdır.
İçerde ve dışarda düşman çoğaltma yanılgısı ve hesapları bırakılıp dostlar daha yakınlaştırılmalı, düşmanlar dost olabilmeli, dost olmazsa dahi düşmanlığı zararsız hale getirilmelidir.
Ekonomi, eğitim, siyaset, teknoloji, askeri ve bilişim gibi maddi kalkınmayı sağlayan noktalarda bir, dik ve iri olunmalıdır. Küresel emperyal akla karşı tavizsiz, güçlü ve onurlu duruş sergilenmelidir.
Güzellik, doğruluk, iyilik, hak ve huzur adına gerekli olan hiçbir şey ihmal edilmemelidir. Nihayetinde yeni yüzyılın anahtar sözcükleri ‘insan, adalet, kardeşlik, ümmet, ahlak ve huzur’ olmalıdır.
Hidayete tabi olanlara, doğru olanlara, doğrultma azminde olanlara, adaleti hayatın merkezine alanlara her yüz yılda selam olsun!