Asrın felaketi olan bir deprem,
Hiç ummadığımız bir anda oluşan sel taşkınları,
Seçime giderken anaforuna tutulduğumuz dezenformasyonlar…
Nereye koşalım, ne yapalım, kime sığınalım?
Elimizden kim tutacak ve bize nefes verecek ve bizi
ferahlatacak ne var?
Zihnimizi yoran, bedenimizi kuşatan ve bizi birbirimize
karşı mesafeli kılan bu sorulara cevap bir imkân önümüze geldi.
Bunca zorluk, sıkıntı ve musibet karşısında adeta tutunacak
bir dal, kaçırılmayacak bir fırsat ve hayal edilemez bir bonus olan Ramazan ayı
‘Merhaba!’ deyip geliverdi.
İşte böyle Ramazan! Sen gelince şehirler, beldeler, sokaklar
ve evler adeta bir Medine atmosferine bürünür.
Ramazan sen gelince, müminler, yardımlaşma aşkıyla
koşuşturur, iftara misafir alma heyecanıyla sağa sola haber bırakır, fitre ve
zekâtını layıkıyla verme endişesine bürünür.
Ramazan sen gelince, oruçlular öfkelenmez ya da kem bir söze
niyetlenmez; çünkü onlar seni aşkla tutar, sen de onları şevkle tutarsın.
Ramazan sen gelince, fakirlik ve zenginlik kardeşlik potasında
buluşup aynılaşır.
Namazlar huşuya kavuşur, zikirler cezbeye tutuşanlara şahit
olur.
Ramazan sen gelince; insanlar, iman pazarında takva
filelerini doldurur. Evler, imanla uyuyup imanla uyanır. Sabır ve şükrün bir
vitrin olur, somut bir görünüm kazanır.
Ramazan sen gelince seninle beldeler, evler ve gönüller
birer nur şulesi olur. Nefis gemlenir, şeytanlar zincire vurulur ve şeytan
yarenleri hırsından parmaklarını ısırır.Yani Ramazan, senin on bir ayın sultanı
olduğun ispatlanır ve sultanlığın, manevi gücünle kalplere inşirah olur.
Ramazan sen gelince, iftar anının neşesi, sahur vaktinin
bereketi, sabah namazının cemaat kazanımı, vakit namazlarının şahitliği, zikir
ve duanın gücü haramdan ve günahtan beri olan vicdanlar doğurur, müminleri
çoğaltır.
Ramazan sen gelince, müminlere karşı merhamet ve şefkat,
İslam düşmanlarına karşı izzet ve şeref bir haslet olur; Kadir Gecesi,
yalvarışlarla günahlardan af dilenen, pişmanlıkla İlahi divana durulan, nasuh
bir tövbeye durulan, istiğfar aşkıyla virde dönüşen bir zaman olur.
Ramazan sen gelince, evlerimiz Kur’an tilavetiyle şenlenir,
imkânlarımız bereketlenir, varlık gayemiz bir idrake dönüşür, kalplerimiz İlahi
bir tecelligaha dönüşür.
Ramazan sen gelince, fikrimiz itikâfla ufukları aşar,
aklımız varlığın ardındaki sanatı daha bir idrak eder, zihnimiz Sanii olan
Rabbimize varan istikameti görür; nefsi arzuların tahayyülü, beyhude
düşüncelerin dumanıyla daralmaz, körelmez ve sapmaz!
Ramazan sen gelince kulluk çıtamız yükselir, doğruluk
istikametinde istikrar bizi
kuşatır; oruçlu günlerin gün, hafta, ay ve ömrümüz için
kaçınılmaz fırsat, tepilmeyecek imkân
olur.
Ve Ramazan sen gelince bütün oruçlu beldeler ve bedenler
“…Ancak iman edenler,
salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler
müstesna!” ayetinin kapsam alanına
dâhil olur.
Rahmet, bereket, iftar, sahur, teravih ve rahmetiyle bizi
kuşatan, manevi atmosferle
sarıp sarmalayan Ramazan ayı milyon kere ‘Merhaba, hoş geldin,
baş göz üstüne geldin!’
Allah için kendisini tutacağımız; onun da nefsi arzulara,
şeytani vesveselere karşı bizi
tutacağı oruç ‘Merhaba sana, safa getirdin bize, gönlümüze
ve beldelerimize!’
Boynu bükük yetimler misali hasret gözyaşlarıyla beklediğimiz
Ramazan ayı, nur kokan
bahçenle ve rahmet dağıtan ikliminle hoş geldin, safa
getirdin!
Manevi bir depolanma, ibadi bir takviye ve ameli bir
azıklanma olan oruç, tüm
güzelliğinle gelmen ne de iyi oldu!
Ve elhasıl Ramazan sen, depremin acılarını, enkazların
çilelerini ve selin sancılarını
iliklerimize kadar hissettiğimiz beldelerimize adeta bir nefes ve bir soluk olacaksın inşaallah!