Malumumuz, coğrafya olarak yirmi günden fazladır depremle
yatıp depremle kalkıyoruz. Depremi yaşıyor, konuşuyor, depremde vefat edenlere
üzülüyor, dua ediyor; depremden yaralı veya sağ kurtulanlara el, ensar, destek
ve gönüldaş olmaya çalışıyoruz. Asrın felaketi olarak değerlendirilen bu deprem
musibetini ve bunun üzerinden imtihan/musibet ilişkisini iyi okumamız,
anlamamız lazımdır.
İnsan için dünya hayatı bir sınanma yani imtihan olunmadır.
Bu imtihan; bela, musibet, zorluk, sıkıntı gibi zahiren olumsuz şeylerle
olabildiği gibi afiyet, imkân, nimet ve genişlik gibi olumlu şeylerle de
olabilir. Birilerinin imtihanı bazen veya hep musibet, sıkıntı içerince bu onu
nasipsiz, suçlu ve -haşa- Allah katında unutulmuş yapmaz. Birilerinin de
imtihanı bazen veya hep imkân, rahatlık içerince bu da onu nasipli, haklı ve
-haşa- Allah katında kayırılmış yapmaz.
Kur’an-ı Kerim’de eski toplumların başına gelen bela ve
musibetler, bunların sebepleri açık açık beyan edilir. Bu anlatım ve kıssalar,
ibret olması ve ders alınması içindir. Bizim musibetlerimiz şekil, sebep veya
sonuç olarak önceki kavimlerle aynı olabilir, benzeşebilir veya farklı
olabilir. Doğal afetler, silahlanmalar, intiharlar, işgaller, toplu katliamlar,
lüks ve israfı bayraklaştırma, anarşi ve tedhiş, ahlaki zaaflar ve sapkınlıklar
günümüz musibet ve belalarından akla hemen gelenlerden birkaçıdır.
Bilmek lazımdır ki dünyevi helak veya uhrevi ceza ve kapılar
bela ve musibet içeren imtihanla açılmaz. Bu sonucu ortaya çıkaran insanın
yanlış ve olumsuz davranışları kaynaklı bela ve musibetlerdir. Bela ve
musibetler, bazen bizleri sadece sınama veya iyileri kötülerden ayırma amaçlı
da olabilir. İmtihanın sırrı ve cilvesi anlaşılmadan başa gelenlere karşı ne
yapılacağı bilinmez.
İmtihanın madalyonun iki yüzü gibi sabra ve şükre bakan iki
yönü vardır. Sabır ve şükür, imtihanın iki kanadı gibidir. Sabır, bela ve
musibet gelince Allah’a hakkıyla teslim olmayı ve Allah’tan gelen her şeye
gönül rızasıyla katlanmayı ister. Şükür de imkân ve nimet gelince nimetin değerini
bilmeyi, memnun olmayı ve bunu her haliyle Allah’a karşı ifade etmeyi ister.
İmtihanı, sabır ve tahammül isteyen bunu yapmayınca kaybedeceği gibi imtihanı
şükür ve tevazuu isteyen de bunu yapmayınca kaybetmektir. Önemli olan
imtihanımızın ne olduğu değildir, imtihanımıza karşı tavrımız, tepkimiz ve onu
nasıl sonuçlandırdığımızdır.
Dünya hayatında olan biten her şey bir sebebe veya sebepler
zincirine bağlı olarak gerçekleşir. Sebepleri var eden Müsebbib’ul Esbab
Allah(c.c), böyle bir kanun/sünnet koymuş. Bize düşen de buna teslim olmak ve
bunu anlamaya çalışmaktır. Bazen de O’nun kudreti, sebep olmadan da bir şeyi
var etmeye, ortaya çıkarmaya gücü yetendir.
Yıkılan duvarın altında durmamak gerektiğini, hepimiz yağmur
yağınca ıslanmamak için şemsiye açılması gerektiğini bildiğimiz gibi biliriz.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz; ama anlamak için tarif ve arif ilişkisi malumumuz.
Musibetimizin, zarar ve ziyanımızın bizim elimizle, sözümüzle ve davranışımızla
olmamasına dikkat etmek lazımdır. Biz bütün tedbirleri aldığımız halde,
elimizden gelen hassasiyeti ve sakınmayı gösterdiğimiz halde hala başımıza bir
musibet veya bela imtihan olarak geliyorsa kefemize düşen sabır ve tahammül
olmalıdır.
4T (Tedbir, takdir, teslimiyet ve tahammül) formülü, imtihan
musibet ilişkisini anlama noktasında doğru ve önemli bir bakıştır.