Zorluk, musibet, hastalık ve birçok maddi ve manevi sıkıntı
ve açmaz için en güzel ilaç zikirdir. İnsanların farklı farklı arayışlarla
tatmin yolları ararken Allah(c.c), Kur’an’ında gönül ve kalp itminanın
şifresini bize beyan etmiştir:
Allah’ı anmak yani zikretmek.
"Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle
mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain
olur." (Ra'd: 28)
Aslında zikirden bahsetmek Kur’an'dan bahsetmektir. Hayat
nizamı olarak Allah'ın kelamı tek ölçüttür. O zaman Allah'la sağlıklı irtibat;
O’nun zikrini(Kur'an) okumak ve O'nu zikretmekle mümkün olur ve kurulur.
Zikirsiz bir hayat fikirsizliğe, fikirsiz bir hayat da
nankörlüğe götürür. Nankör kelimesi 'inkar' kelimesiyle aynı kökten geldiğine
göre Müslüman ‘nankör’ olamaz. Ayette bu hakikat şöyle beyan ediliyor:
"Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle
sabah-akşam zikret ve gafillerden olma!" (A'raf: 205)
Böylece mümin bir hayatın insanî bir duruş ve İslamî bir
şahsiyet kazanmasında zikir günlük yaşamın merkezi olur. Dünya hayatının
keşmekeşinde, yaşam koşullarının tazyikinde 'mal, makam, yüz güzelliği, güç,
karizma...'nın belli bir yere kadar bir anlam ifade ettiğini biliyoruz. Doğal
olarak derdi, kederi, yükü, acısı, zulmü ve stresi bu kadar çok olan, her an ve
zeminde insanı bir ahtapot misali saran kulluk sorumluluğunda ayakta tutan ve
ona kalp ferahlığı veren tek şey Allah'ın zikridir.
Bu konuda anlatılan şu hikâye zikri daha iyi anlamamızı
sağlıyor ve hayatımızın merkezine niçin zikri yerleştirmemiz gerektiği
noktasında yol gösteriyor:
“Adamın biri her gece kalkıp Allah’ı zikreder, O’na dua eder
ve teheccüdle kulluk secdesine varır. Şeytan bir gece kalbine üflediği bir
vesveseyle ona der ki:
- Ey Allah’ı çok anan kişi, bütün gece “Allah!” deyip
çağırıyorsun. O güzel ve sıcak uykunu bozup secdeye varıyorsun; ama söyle
bugüne kadar sana karşılık verip seni buyur eden var mı? Sana bir tek cevap
bile gelmiyor, daha ne zamana kadar kendine bu anlamsız hareketlerle ve
yalvarışlarla eziyet edeceksin!
Adam, bir an gafletle bu sözlere kanar ve yıllarca -zahiren-
almadığı ve görmediği kabulleri düşünerek gönlü kırılır. Hemen başını yastığına
koyar ve uyur. Rüyasında ona şöyle seslenilir:
- Ey aşkla ve istekle Rabbine yönelen kul! Kendine gel uyan!
Niye duayı, zikri, secdeyi bıraktın ki? Neden usandın ki?
Adam, sese cevap verir:
- Bana o kadar yalvarışıma rağmen kabul manasında ‘Buyur’
diye bir cevap gelmiyor ki! Kapıdan kovulmaktan korkuyorum, dedi. Bunun üzerine
ona denilir ki:
- Senin Allah demen, O’nun buyur demesi sayesindedir…
Senin yalvarışın, Allah’ın senin ruhuna haber
uçurmasındandır…
Senin çabaların, çareler araman, Allah’ın seni kendine
yaklaştırması, ayaklarındaki bağları çözmesindendir…
Senin korkun, sevgin, ümidin Allah’ın lütfunun
keremindendir…
Senin her ‘Ya Rabbi’ demenin altında, Allah’ın “buyur!”
demesi vardır…
Gafil, cahil, fasık, facir, zalim ve caniler bu dua ve
secdelerden uzaktır. Çünkü ‘Ya Rabbi’ demeye izin yok onlara. Ağzında da kilit
vardır, dilinde de…
Zarara uğradığı zaman, ağlayıp sızlamasın diye Allah ona
dert, ağrı, sızı, gam ve keder vermez…
Bununla anla ki, Allah’a dua etmeni, O’nu çağırmanı sağlayan
dert, dünya saltanatından çok ama çok daha iyidir.
Dertsiz dua soğuktur. Dertliyken yapılan dua gönülden, taa
derinden kopar…”
Allah’ım derdimizi ve zikrimizi artır!