Egzersiz yapmayan bir beden zamanla hantallaşır, vücut yağ
bağlar ve aşırı kilolar hastalıklara davetiye çıkarır. Beden için sıhhat ve
zindelik açısından egzersiz yapmak neyse düşünce dünyamız için OKUMAK odur.
Okuyan insanın ufku geniş olur, tahammülü çok olur, sabrı
artar, anlayışı fazlalaşır, yolu kolaylaşır, verimi çoğalır ve başarı ondan hiç
eksik olmaz!
“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”
Olmaz.
Okumak, sıkıntı ve zorluklarımız için bir imdat elidir ve
bizi ihmal etmeyen bir mutluluk tebessümüdür. Okumanın elinden tutan başarılı
ve mutlu olur. Hele hele bu okuma doğru bir okuma ve Allah’a kulluğa götüren
bir okumaysa hem dünya hem ahiret hayatımız için bir kurtuluş ve huzur reçetesi
olur.
Bir gün öğretmen, Ali’ye sorar: “ Ne olacaksın?” Ali’nin
cevabı düşündürücüdür: “Adam olacağım!” İşte bizim okumayla ilgili kastımız bu!
Yani ‘varlığını idrak eden, nimetleri bahşedeni tanıyan, şükürle nimetlerin
kadrini kıymetini bilen, hayata amaçsız bir gözle bakmayan, sürü
psikolojisinden kurtulup toplumun birleştirici ve paylaştırıcı gücünden
faydalanabilen, ibadet sorumluluğunu şeytan ve dostlarına kanmayan ADAM’lardan
olmak.
İnsanın kalbi ve zihni boş bir kap misalidir. Bu kabı,
hayatımız boyunca biz dolduruyoruz ve o kaba doldurduğumuz bilgilerle
kişiliğimiz oluşuyor.
Cahil, tembel, hırçın, uyumsuz, sevimsiz, sevgisiz ve
saygısız bir kişi mi; bilge, başarılı, alçakgönüllü, uyumlu, sevimli ve saygılı
bir kişi mi olmak istiyoruz?
Eğer cevabımız ikinci kısımsa ki öyle olmalıdır. O zaman
kalp ve zihin kabımızı “En hayırlı kap, içi Kur’an ayetleriyle dolu olan
kalptir.” Hadisinden ilham alarak Okuma alışkanlığı ve zevkinden mahrum
etmeyelim.
Medyanın günübirlik, magazinsel ve bilgilendirme adına sıfır
fayda sağlayan satırları arasında “ OKUMA” bir okuma değildir. Günümüzde geri
kalmış toplumların temel eksikliğini yapılan araştırmalar “ okuma oranındaki
azlığa” bağlarlar.
Bu bağlamda Kâinat bir kitaptır ve bu kitap hikmet ve
tefekkür nazarıyla okunmalıdır. Kur’an-ı Kerim, bir kitaptır ve bu İlahi kelam
ibret nazarı, anlamak ve yaşamak için okunmalıdır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin
deyişiyle “Okunacak en büyük kitap insandır.” İnsan kitabı yaratılış gayesini
idrak etme ve nimete şükür edasıyla okunmalıdır. Yazılı Metin şeklinde elimize
ulaşan kitaplar ise ihtiyacımız, sürecimiz ve zevkimizin birer yansımasıdır.
Bedir esirleri için 4.000 dirhem isteyen bir
Peygamber(s.a.v)’in her on Müslüman çocuğa okuma öğretmeyi esirlerin
serbestliğine saymıştır. Bu örnek gösteriyor ki “Ne okumalıyız ve nasıl
okumalıyız?” Sorusunun cevabı bu nebevi uygulamanın içindedir.
Öncellikle okumayla ilgili eksikliğimizi tespit edip ilgi
alanımızı belirlemeliyiz.
Gerçekten seçtiğimiz kitap, bilgi boşluğumuzu dolduracak
nitelikte midir?
Seçilen kitap ilgi alanını yansıtacak ve bilgi boşluğunu
dolduracak nitelikteyse edebi zevk ve anlatım yönüyle okunacak kalitede mi?
İstenilen bir kalitede ve okuma aşkını kamçılayacak bir
akıştaysa her an konuyla ilgili zihnime takılabilecek sorulara cevap
verebiliyor mu?
Farklı açılımlara elverebilecek ve yorum gücümü besleyecek
seviyede mi?
Düşünce ufkumuzu genişletecek durumdaki bu kitap seçici
midir; yani gereksiz bilgilerden, çirkin ifadelerden, seviyesiz cümlelerden
beri midir?
Yoksa zihinleri bulandıracak ve nefsi tahrik edecek bayağı
bir anlatıma mı sahiptir?
Duru, seviyeli, edebi, ahlaki, bilgilendirici bir kitap
bizim için bir hazine ve ondaki öğretiler başımıza altın bir taç olur.
Her okuyucunun kendine has bir okuma stili olmalıdır. Daha
iyi nasıl anlıyorsa öyle okumalıdır.
Okuma eylemi istek ister. İsteksiz işlerin tadı buruk ve acı
olur.
Okuma bir zaman ve periyot gerektirir. Zamansız ve plansız
bir okuma düzensiz ve verimsiz olur. Bu düzeydeki bir okuma ise sistemli bir
okuma kültürü oluşturur.
Sistemli okuma, anlayarak okumayı sonuç verir. Bu tür okuma,
okuma etkinliği açısından en önemli olanıdır.
Konuya odaklanmak da ihmal edilmemelidir. İnsan bir hususta
odaklandığı, arzuladığına yoğunlaştığı zaman zihin boş şeylerden, gönül âlemi
amaçtan uzaklaştıran hayallerden arınır.
Aksi halde okuduğumuzu sanırız; ama okumamız; “Benim oğlum
bina okur, döner döner yine bina okur.” kısır döngüsü içinde neticesiz bir
yorgunluğa dönüşür.