Yeni doğan,
gelişme çağındaki bir bebeğin hareketlerini hiç izledik mi?
Onun bütün
çabası minik bedenini ve nesneleri tanımak içindir. O, deneme ve yanılma
yoluyla zamanla varlığı tanır, olanı algılar. Bunun gibi çevre, varlık, nesne
ya da duyguları tanıma; onlarla ilgili detayları öğrenme merakı insanın
vazgeçilmez bir özelliği olmuştur. İnsan, bu merakı giderme adına çeşitli
yollar, türlü metotlar ve farklı girişimlere başvurmuş, başvuruyor. Bu merak
vesilesiyle göklerin enginliği, yerlerin derinliği, fezanın uçsuzluğu
keşfedilmiş; sosyal ve ekonomik imkânlar iyileştirilmiş; sanat, ilim, kültür
alanında baş döndürücü gelişmeler yaşanmıştır. İşte bu merakın giderilmesi,
insanın kendini, evreni, yaratılışın özünü ve İlahi kudreti tanıma ekseninde
“OKUMAK” önemli ve gerekli bir eylem olarak belirmiştir.
İnsanın
kulluk noktasında sorumlu olması akıl etme ve doğruyu yanlıştan ayırt etmesiyle
olur. Akıl etme ve doğru yanlışı ayırt edebilme de ancak okumakla olur.
Kur’an’ın ilk İlahi emrinin “ Oku!” olması bu açıdan çok önemli bir noktadır.
Peki, okuma
niçin ve kim adına olacak?
Elbette
“Yaratan Rabbinin adıyla (onun rızasının kazanmak için) oku(mak)” olmalıdır.
Peki, okuma
zamanı ve süreci ne kadar olmalıdır?
Peygamberimiz
Hz. Muhammed (s.a.v) “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz!”
İmam Ebu
Hanife, “Bilmediklerimi ayaklarımın altına
alsam başım arşa değer.” ve
Descartes
“Okuma yoluyla edindiğim tek fayda, bilgisizliğimi gittikçe daha iyi görmek
olmuştur.” derken aslında okumanın hayat boyu bir eylem olduğunu
belirtmekteler.
Okumaktan
insanlık hâsıl olmuşsa acaba okuma kültürü ve alışkanlığı olmayan bir
insanlıktan acaba ne hâsıl olur, hiç düşündük mü?
Okumadan
yoksun bir hayat, başıboşluk girdabında bütün insanlığı yutar.
Bu sebeple
insanı insan eden okuma, insana bir altın taçtır. Bilginin tahtına oturmak
istiyorsak altın tacımız olmalıdır. Bu taç da okuma kültürüyle kazanılır.
Bu taçtan
yoksun insan, okumayı ihmal eden insan neler yapmaz ki….
Okuma yerine
zamanı öldürür, tembelleşir, cahil olur, bilmediğini kabul etmez, kendine ve
topluma zarar verir; kendini avutma adına zevk, eğlence ve oyun peşinde koşar;
anlayışsız, duygusuz bir hal alır, rezilce davranışlar içinde çekilmez olur,
hep başkalarına el avuç kalmak zorunda kalır ve daha neler neler…
Unutmayalım;
okumak, hayatımızın ve düşüncemizin canıdır.
Hiç candan
vazgeçilir mi?
İstemek
olmasa, vermek olur mu?
İnsan, bu
hayatta en çok sevilmek, kıymetlendirilmek ve anlaşılmak ister. Peki, bu
hayatın en sevgilileri Rabbimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed, anne babamız,
kardeşlerimiz, ailemiz, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız ve bizi biz yapan din,
dil ve kültür gibi güzellikler değil mi?
Sevgiye giden
yol, Sevgiliyi tanımadan geçer. Okumak, bilgilenmek olmazsa biz tüm bu
sevilenleri ve bizi sevmelerini istediklerimizi tanıyıp anlayabilir miyiz?
Okumak,
bilgi hazinesinin kapısını açar. Böylece kapısı bize açılan bilgi bizi
olgunlaştırır, güzel davranışlarla öne çıkarır, topluma faydalı birer birey
kılar. Hz. Muhammed(s.a.v)’in “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.”
Bizim nasıl olmamız ve neyi esas almamız noktasında bir işaret fişeğidir. Bu
işaret fişeği de okumadan güç alarak karanlıklarımızı aydınlatır.
Okuma
alışkanlığı ve kültürü sadece günlük ihtiyaçlar, iyi bir meslek sahibi olmak
için değildir; aynı zamanda ruh dünyamız ve sağlam bir kişilik için de bir
ihtiyaçtır.
Okumak bir
aşktır. Bu aşkı ilk önce yürek toprağına saçmak sonra da kalp tandırında
pişirmek lazımdır. Bilelim ki toprağa saçılan tohum meyveye durur, tandırda
pişen bir yiyecek güzel bir lezzet olur. Meyvemiz okumak, lezzetimiz okumak
olursa acaba hangi yanlış kişi ve düşünce bizi kandırabilir ve yanıltabilir? (Devam edecek)