MESLEĞİMİZİN ONURU VE ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİ İÇİN!
Eğitim kamuoyunun gündeminde Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK)
var. Şubat ayında yasalaşan kanuna ilişkin tartışmalar devam ediyor. En son
Türkiye tarihinde eşine rastlamadığımız şekilde 13 eğitim sendikası bir araya
gelerek 2 Kasım’da bir günlük iş bırakma eylemi dahil bir takım etkinliklerle
kanuna ilişkin itiraz ve çekincelerini dile getirme kararı aldılar. Sosyal
medyada aylardır kanunun doğrudan ve dolaylı oluşturacağı olumsuzluklar gündem
ediliyor. MEB başta olmak üzere hükümet kanadından ise itiraz ve eleştirilere
yönelik geri adım atılmadığı gibi anlamlı bir cevap da verilmiyor. Sessizlikle
geçiştirilen bu itiraz ve eleştirileri iş işten geçmemişken yeniden kamuoyunun
dikkatine sunmak büyük önem arz ediyor.
Öncelikle yapılan düzenlemeye bakalım ardından düzenlemeye
yönelik eleştirilerin, itirazların neler olduğunu paylaşalım. Öğretmenliğin bir
kariyer sistemi olarak yapılandırılması esasında eğitim tarihimizin önemli
tartışma başlıklarından birisi. Gerekçesi de öğretmenin mesleğe olan
aidiyetini, ilgisini canlı tutmak, alana ilişkin bilgisini, formasyonunu
sürekli yenilemek dolayısıyla öğretmenin ve bağlantılı olarak eğitimin
niteliğine katkı sunmaktır. Gerekçe şu tespite dayanıyor: 22 yaşında öğretmen
olarak aldığımız ve 65 yaşında yine aynı şekilde öğretmen olarak emekli
ettiğimizde insanların ilgisi, motivasyonu vs. düşüyor. ÖMK’nın gerekçesinde de
öğretmenliğin Türkiye için çok önemli ve kritik bir meslek olduğu dolayısıyla
diğer kamu çalışanlarını da kapsayan genel kanunlar içerisinde kalarak mesleğin
ihtiyaçlarına cevap verilemeyeceği için müstakil, münhasır bir kanuna ihtiyaç
duyulduğu belirtilmişti. Gayet makul ve mantıklı gözüken bu tespit ve
gerekçelerden hareketle yapılan düzenleme ise emsal meslek kanunlarıyla
karşılaştırılması mümkün olmayacak şekilde minimal. Toplam 12 maddeden oluşan
kanunun teknik maddelerini bir kenara bıraktığımızda geriye üç adet düzenleme
kalıyor. Birincisi Adaylık Kaldırma Sınavı’nın (AKS) kaldırılması. İkincisi
3600 Ek Göstergenin getirilmesi. Üçüncüsü ise öğretmenliğin aday öğretmen,
öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen şeklinde kariyer mesleği olarak
yapılandırılması.
Şimdi gelelim itiraz ve eleştirilere. Birincisi, süreç
yönetimi alabildiğine problemli. Hazırlık süreci katılıma, müzakereye açık
değil. İkincisi, yukarıda da değinildiği üzere adı meslek kanunu ancak içeriği
boş. AKS önemli şüphesiz ancak bir meslek kanunu için devede kulak bile
sayılamaz. 3600 Ek Gösterge var ancak bu düzenleme sadece öğretmenlerle ilgili
değil. Geriye öğretmenliğin kariyer mesleği olarak yapılandırılması ve bunun
sınava bağlanmış olması kalıyor. Bir düzenlemenin her şeyden önce akla,
mantığa, günümüz dünyasının temel yönetim ilkelerine uygun olması beklenir. Bu
düzenleme gerekçesinde dile geldiği hususlara dayanarak oluşturulsa şüphesiz
problem oluşturmaz. Ancak doğru şeyleri sıralayıp yanlış işlemler tesis etmek
şeklindeki idari zafiyetimiz burada da karşımıza çıkıyor. İyi şeyler, doğru
şeyler sıralanıyor ancak tesis edilen işlem baştan aşağı yanlış. Şimdi adı meslek
kanunu olan ancak içeriğinde, betimlediğimiz üzere, neredeyse sadece
öğretmenliğin kariyer mesleği olarak yapılandırılmasını içeren düzenlemeye
biraz daha yakından bakalım.
Birincisi hem daha önceki Milli Eğitim Temel Kanunu’nda hem
de yeni çıkarılan Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda öğretmenlik mesleği ihtisas
mesleği olarak tanımlanıyor. Yani öğretmen olarak atanan kişi doğası gereği
zaten uzman olmuş oluyor. Durum bu iken uzmanı bir daha uzman yapmak gibi bir
absürtlüğü nasıl izah edeceğiz?
İkincisi uzmanlık, herkesin malumu olduğu üzere, alanla
ilgili yetkinleşmenin adıdır. Bu düzenlemede uzmanlık için MEB tarafından
oluşturulan ve sınav için kullanılacak içeriğin doğrudan alanla bir bağlantısı
yok. TIP Fakültesinden mezun olan pratisyen doktor KBB alanında ihtisas yaparak
uzmanlaşırken yeni kanunla MEB, kanunen zaten uzman sayılan öğretmenleri
alanları ile ilgili bir içerikle sorumlu tutmaktan ziyade artık amme malı
sayılan genel hizmet içi faaliyetlerden oluşan bir bilgi kümesiyle uzmanlaştıracağını
söylemektedir.
Üçüncüsü sınavın ardından uzman ve başöğretmen olmaya hak
kazanan kişilerin alacakları ücret dışında ne yetki ne de sorumluluk anlamında
hiçbir farkları olmayacak. Yani milli eğitim sisteminde aday öğretmen,
öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen şeklinde farklı etiketler altında
eğitimciler olacak ve bu insanlar fiilen aynı işi yapacaklar. Aynı sürede, aynı
okulda, aynı içeriği, aynı şekilde verecekler ancak rütbeleri (!) farklı
olacak. Bunların yanında bir de devlet tarafından asgari ücretin altında
çalıştırılan 90 bin civarındaki ücretli öğretmenler var. Bir okulda aynı işi
yapan 5 kişi var ancak bunlar farklı etiketlere sahip oldukları için aldıkları
ücretler farklı.
Dördüncüsü mesleğin bu şekilde yapılandırılması iş barışını,
mesleki dayanışmayı, kurumsal insicamı olumsuz etkileyecek.
Beşincisi öğretmenleri, öğrenci ve veli nezdinde ayrıştıran,
kutuplaştıran bir etki doğuracaktır. Başöğretmen, uzman öğretmen ve öğretmenin
olduğu bir yapıda hem öğrenci hem de veli bu yapılandırma üzerinden şekillenen
bir talep ve değerlendirme ölçeğiyle hareket edecektir.
Uzatılabilecek bu hususlara ilişkin şüphesiz MEB’in cılız da
olsa bir takım cevapları var. Ancak mesele hepimizi ilgilendiren ve hepimiz
için hayati önemde olduğu için MEB’in resmi anlatısının elle tutulur bir
tarafının olmadığını belirtmek durumundayım. Milli eğitim bakanı sistemde zaten
uzman ve başöğretmen olduğunu ve bunun dile geldiği gibi bir problem
oluşturmadığını söylüyor. Sınavın zor olmayacağını söylüyor ve bu düzenlemeden
maksadın öğretmenlerimizin gelişimine katkı sunmak olduğunu belirtiyor.
Meselenin iyice anlaşılması için bu cevaplara da kısaca değinmeyi zorunlu
görüyorum. Evet, şu anda da uzman ve başöğretmenlerimiz var ancak bunlar hem
sınırlı sayıdalar hem de onlar bu unvanları alırken mesele kamuoyuna bu kadar
mal edilmemişti. Bağlantılı bir husus sayın bakanın aynı ifadesinden hareketle
sistemdeki bu öğretmenlerin diğer öğretmenlerle hangi konuda ne ölçüde
ayrıştıklarına ilişkin bir veri paylaşması da gerekli değil mi? Madem sistemde
bu unvanı kullanan öğretmenlerimiz zaten var. O halde ne tür bir anlamlı
değişiklik gözlemlediniz de 15 yıl önce bir kez kullanıp ardından bir daha
dönüp bakmadığımız bir düzenlemeyi yeniden uygulama ihtiyacı hissettik?
İkincisi bütün bir mesleği yapılandırdığınızda kullandığınız
neredeyse tek ölçüt olan “sınav” için kolay geçecek diyebiliyorsunuz. Sınav,
ölçme ve değerlendirme anlamında “çok da ciddiye alınmayacak şekilde formalite
olacak” ise o zaman bu ülkenin nitelikli insan kaynağını bu tarz bir uygulamada
hırpalamanın, değersizleştirmenin ne anlamı var? Maksadımız öğretmenin
niteliğine katkı sunmaktır diyor sayın bakan. Öğretmenin niteliğine katkı
sunmanın nitelikli şeylerle, nitelikli şekilde olacağı aşikar değil mi? Sayın
bakan açıklamalarında kıdemli öğretmen ile kıdemsiz öğretmen arasında 70
puanlık anlamlı bir fark olduğunu paylaşıyor. Böyle ise öğretmenleri anlamsız
bir içerikle, geçerliliği-güvenilirliği meçhul bir sınavla hırpalayacağımıza
kıdem üzerinden unvan vermek daha mantıklı değil mi?
Kasım ayında gerçekleştirilecek sınavın ardından 2023 Ocak ayında yürürlüğe girecek bu yanlıştan dönülmesi Türkiye için, Türkiye’nin yarınları için elzemdir. Bir araya gelen eğitim sendikaları da bu durumun altını çizerek bütün itiraz ve eleştirilerinin “mesleğin onuru ve çocuklarımızın geleceği için” olduğunu dile getiriyorlar. Yanlışta ısrar etmemek, eğitim çalışanlarının haklı sesine kulak vererek ÖMK’yı öğretmenlik mesleğinin yetiştirilme sürecinden istihdam ve emekliliğe kadar uzanacak şekilde kamuda ve özel sektörde çalışan tüm eğitimcilerin haklarını, sorumluluklarını, işlerini vs. içeren bir düzenleme olarak yeniden ele almak makul olandır. Bu düzenleme, bu süreç yönetimi kendi nitelikli insan gücünü çok kötü yönetmenin fiili göstergesidir. Öğretmenliği ve öğretmenleri değersizleştiren, itibarsızlaştıran bu fiili duruma el koymak, meslek onuru ve çocukların geleceği için itiraz ve eleştirilerde bulunan eğitim çalışanlarının haklı sesini duymak MEB’in varlık gerekçesidir. Başta MEB olmak üzere meclisin, hükümetin ve şüphesiz kamuoyunun telafisi mümkün olmayan yanlışlara gidilmeden bu sürece el atması zaruridir.