Advert
as

Kafka, prosedür köprüsü veya öğretmenliği kariyer mesleğine dönüştürmek

  • ABDULBAKİ DEĞER
  • 2022-08-09 12:26:57
  • 1415 Görüntülenme
  • Uzaktan bir trompet sesi duyuluyordu, uşağa bu sesin ne manaya geldiğini sordum. Uşak hiçbir şey bilmiyordu, zaten hiçbir şey de duymuyordu. Tam bahçe kapısında yolumu kesti ve:
    – Nereye gidiyorsunuz patron?, diye sordu.
    – Bilmiyorum, -dedim- yalnızca buradan dışarı çıkmak istiyorum, yalnızca buradan dışarıya. Yeter ki, buradan dışarı olsun, amacıma ulaşmamın tek yolu bu.
    – Yani amacınızın ne olduğunu biliyor musunuz?, diye sordu.
    – Evet, -diye yanıtladım- az önce söyledim ya. Buradan dışarı çıkmak, amacım bu.

    Kafka’nın “Yola Çıkış” adlı kısacık öyküsü böyle. Öykü, apaçıklığıyla herhangi bir ek değerlendirmeyi gerektirmiyor. Tıpkı bizim hâlimizin bir analiz, çözümleme gerektirmeyişi gibi. Bizim açımızdan sevimsiz olan kısım da burası biraz. Önümüzde apaçık olan ve bu apaçıklığına rağmen başka türlü gösterilen bir durum var ve hepimizden önümüzde duran bu apaçık gerçeği görüldüğü gibi değil de söylenildiği gibi kabul etmemiz isteniyor. Herhangi bir çekinceyi, itirazı muvazenesi olmayan resmi gürültüye boğdurtan ortam absürtlüğüyle her gün biraz daha sınır tanımaz bir hâl alıyor. Kafka’nın öyküsünü de anımsatan bu hâlin son görünümlerinden birisi de Öğretmenlik Meslek Kanunu’yla düzenlenen öğretmenliğin kariyer mesleği olarak yapılandırılmasıdır. Zaten apaçık olan hâlimizi biraz daha apaçık kılma ve dolayısıyla yaşamla kurduğumuz ilişkinin nasıl çocukça-çocuksu bir sorumsuzlukla kayıtlı olduğunu göstermesi açısından eğitim kamuoyunun gündemindeki konuyla ilgili birkaç hususa değinmekte fayda var. Kaş yapalım derken nasıl göz çıkardığımızın müşahhas bir örneği olan konu eğitim tarihimizin tartışma başlıklarından birisi. Öğretmenliği bir kariyer mesleği olarak yapılandırmanın öğretmenlerin ilgi ve motivasyonlarını arttıracağı, eğitimin niteliğine katkı sunacağı ve öğretmenlik mesleğinin daha cazip ve itibarlı hâle gelmesini sağlayacağı beklenmektedir. Konunun gündemimize girmesi ve Öğretmenlik Meslek Kanunuyla yasal bir hüviyet kazanmasının mantığı-gerekçesi bu. Şimdi bu gerekçelere, mantığa dayandırdığımız düzenlemenin uygulamada nasıl bir şeye dönüştüğünü ve ne tür şeylere yol açtığına bakalım.

    Neden öğretmenliği kariyer mesleği yapalım?

    Bunun için yukarıda kısaca gerekçelerine değindiğimiz mevzuyu açmamız gerekiyor. Tekrarlayalım, öğretmenliğin bir kariyer mesleği olarak yapılandırılması eğitim tarihimizin gündemlerinden. 23 yaşında öğretmen olarak atanan bir genç 65 yaşında 40 yılı aşkın bir tecrübenin ardından emekli olduğunda hala öğretmen olarak bulunuyor. Kıdemi, tecrübeyi vs. göz önünde bulundurarak öğretmenlerin kariyer beklentilerine de cevap verebilecek şekilde yapılandırmak, değinildiği üzere, öğretmenlerin mesleki aidiyetlerini güçlendirme, ilgi ve motivasyonlarını arttırma, yenilenme, kendini geliştirme gereksinimi oluşturmak ve bunlar neticesinde doğrudan ve dolaylı olarak eğitimin, eğitimcinin niteliğini arttırma yönünde anlamlı bir katkı sunacağı beklenmektedir. Bu yönüyle şüphesiz önemli, anlamlı. Ancak değişik dönemlerde gündemimize giren ve bir düzenlemenin konusu olmadan tekrar sessizliğe havale edilen konu sadece bu önemli ve anlamlı gerekçeyle sınırlı değil. Bürokratik, araçsal bir aklın dar görüşlülüğünde önemli ve anlamlı bir konunun nasıl daha büyük bir soruna dönüştürüldüğüne bakalım.

    Öğretmenliği bir kariyer mesleği olarak nasıl yapılandırıyoruz?

    2022 Şubat’ında yürürlüğe giren Öğretmenlik Meslek Kanunu öğretmenliği dört basamağa ayırmıştı. Buna göre öğretmenliğe başlayan kişi aday öğretmen olacak ardından sırayla öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olabilecek. Aday öğretmenlikten öğretmenliğe geçiş bilinen ve uygulanan bir pratik. Uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik ise yeni sistemin omurgasını oluşturuyor ve üzerinde durulmayı hak ediyor. Bugünküne benzer bir şekilde konu 2006’da gündem edilmiş ve öğretmenlikte 7 yılını dolduranlar için sınav yapılmıştı. Sınavda başarılı olanlar uzman öğretmen, doktora yapmış olan öğretmenler de başöğretmen yapılmıştı. Normalde 2006’da yapılan bu sınavın periyodik şekilde yapılması gerekiyordu ancak MEB bir daha sınavı yapmadığı gibi konuyu da sümen altı etmeyi tercih etti.

    2006 yılında birkaç ay farkla 7 yılını dolduramayan veya çeşitli sebeplerle sınava giremeyen öğretmenler 16 yıldır ne uzman öğretmen ne de başöğretmen olabildiler. MEB kendi eliyle kendi personel yönetiminde bir adaletsizliğe yol açtı. Bu vesileyle 2006’daki bu düzenlemeyle yapılan bir adaletsizliğe daha değinelim. Bu düzenlemeyle MEB, daha önce yüksek lisans yapanların %25, doktora yapanların %40 fazla olan ek ders ücretlerini kaldırmış ve bunu da yüksek lisans yapanların uzman, doktora yapanların da başöğretmen olacakları için zaten fazladan bir ücret alacaklarına dayandırmıştı. Gerçekten de uzman öğretmen ve başöğretmen olanlar bu ünvanları için ek bir ödeme aldılar ancak belirtildiği gibi bugüne kadar bir daha sınavın yapılmaması çoğu öğretmenin uzman ve başöğretmen olmasını fiilen engellediği gibi daha önceki kazanılmış haklarından da mahrum bıraktı.

    Nihayetinde bu adaletsiz süreç bugüne kadar geldi. MEB, Öğretmenlik Meslek Kanunuyla aday öğretmenlikten sonra her basamakta 10 yıl bulunmak kaydıyla öğretmenlerin uzman ve başöğretmen olabilecekleri düzenlemenin uygulama takvimini açıkladı ve takvim işliyor. Buna göre öğretmenlikte 10 yılını dolduranlar MEB’in Öğretmen Bilişim Ağı (ÖBA) üzerinden açıkladığı 180 videoyu, uzman öğretmenlikte 10 yılını dolduranlar ise 240 videoyu izlemek şartıyla 19 Kasım’da sınava girebilecekler. Sınavda başarılı olanlar Ocak ayı itibariyle kazandıkları kariyer basamağına geçecekler. Videoları izlemeleri koşuluyla yüksek lisans yapanlar uzman öğretmenlik, doktora yapanlar da başöğretmenlik için sınavdan muaf tutulacaklar.

    Kaş yaparken nasıl göz çıkarıyoruz?

    Buraya kadar ülkemizde yapılan pek çok sınavda olduğu üzere teknik bir prosedür aktardım. Burada sormamız gereken birkaç şey var. Uzman öğretmen veya başöğretmen olduğumuzda önemli ve anlamlı dediğimiz gerekçeler karşılanacak mı ve unvanı değişen öğretmenler de facto olarak mesleki anlamda ne tür bir farklılıkla sahne alacaklar? 2006’da yapılan sınavda uzman ve başöğretmen olanlar maaşlarına aldıkları ek ödeme dışında ne ek bir hakka kavuşmuşlar ne de ek bir sorumlulukla yükümlü tutulmuşlardı. Bugünkü düzenleme de esas mevcut haliyle ek bir ödeme dışında ne bir hak ne de bir sorumluluk getiriyor. Bir okulda öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen aynı haklara sahip olacaklar, aynı işi aynı şekilde yapacaklar sadece birileri uzman ve başöğretmen olarak gerekli prosedürleri karşıladıkları için fazla ödeme alacaklar. Bu yönüyle uygulama izaha muhtaç. Dayandırıldığı önemli ve anlamlı gerekçeleri karşılaması muhal. İş barışına etkileri, öğretmenlerin ilgi ve motivasyonlarını yükseltmekten ziyade pekâlâ düşürmesi yüksek olasılık olduğu da ayrıca not edilmeli. Anlamlı bir kamu politikası analizinden yoksun olduğumuz için 2006’daki uygulamanın sisteme etkisinin nesnel ölçümünün ne olduğundan bihaberiz zaten.

    Bu fasılda üzerinde durulmamakla beraber asıl önemli husus öğretmenliğin zaten bir uzmanlık mesleği olduğu gerçeğidir. Daha önce Milli Eğitim Temel Kanunu’nda şimdi ise Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda “Öğretmenlik, eğitim ve öğretim ile bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir” belirtildiği üzere “özel bir ihtisas” mesleğidir. Zaten ihtisas mesleği olan öğretmenliği ayrıca uzman, başöğretmen şeklinde ihtasaslaştırıyor gibi yapmanın izaha muhtaçlığı ortadadır. Zaten özel bir ihtisas mesleği olan öğretmenliğe geçmiş olanları ayrıca nasıl ihtisaslaştıracağız?

    Bir de düzenlemenin yürütülme şekli var. 18 Temmuz’da başlayan ve uzman öğretmenlik için 5 Eylül, başöğretmenlik için 19 Eylül olarak belirlenen prosedür için resmi ve özel eğitim kurumlarında görev yapan 613 bin 868 öğretmen, yaz tatilini sınava girme şartı olarak belirlenen videoları izleme ritüeli ile geçiriyor. Öğretmenler, tüm videoları eksiksiz bitirmedikleri takdirde sınava girmeye hak kazanamıyorlar. Oysa MEB, sınavlarda sorumlu olunan konulardan oluşan PDF dosyasını paylaşıma açtı. Dolayısıyla isteyen video üzerinden çalışır, isteyen PDF üzerinden. MEB öyle istemiyor. ÖBA’ya koyduğu açıklama notunda, sınavda PDF dosyasındaki içeriğin geçerli olacağını belirtmesine rağmen “videoları izlemeden sınava almam” diyor. Bu konudaki diğer bir husus da yüksek lisans ve doktora mezunlarının sınavdan muaf tutulması fakat eğitim videolarını izleme zorunluluğuna tabi olmaları. “Sen bu konuda gerekli yeterliliğe sahipsin” denilerek sınavdan muaf tutulan öğretmene “bu konularda uzmansın ama yine de videoları izleyeceksin” deniliyor. Videoların içeriği, niteliği vs. diğer önemli bir tartışma başlığı.

    Ne yapalım?

    Öğretmenlerin anlamının, öneminin, itibarının, saygınlığının en başta kendi bakanlığında bulunmadığının somut göstergesi bu uygulama. Öğretmenleri aşağılamak için yaratıcı fikirler/uygulamalar bulunmaya çalışılsa bu kadar olabilir ancak. Sakallı Celal “bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün” tespitini boşuna yapmamıştı. 60 yaşındaki 35-40 yıllık öğretmenin uzman olabilmek için sınava alınması o öğretmene yapılmış bir saygısızlıktır, hakarettir ve bunu başka türlü izah etmek mümkün değildir. Ayrıca, başöğretmen sınavına girme şartı olarak 10 yıl uzman olarak çalışma şartı getirilmiş ki, 10 yıl içinde emekli olacak öğretmenlerin başöğretmen olma ihtimalleri bulunmuyor. Bu da yeterince düşünülmediği açık olan uygulamanın başka bir yönü. MEB, uzman öğretmen sayısını 75 bin 433 olarak açıkladı.

    Öğretmenlik Kariyer Basamakları Eğitimi için de 603 bin 864 başvuru alınmış. Bu başvuruların 70 bin 505’i başöğretmenlik, geri kalanı ise uzman öğretmenlik alanında yapılmış. Özel öğretim kurumlarındaki öğretmenlerden de toplamda 10 bin başvuru alınmış. Yani yüksek lisans ve doktoralılar sayılmazsa 500 bine yakın öğretmen yapılacak sınavda 70 barajını aşmaya çalışacak. Bir öğrenci gibi sınav stresi yaşayarak oldukça yüksek tutulmuş geçer notu almak için ders çalışacak. Zaten ekonomik ve mesleki olarak itibarı yerlerde olan öğretmenlik mesleği kariyer basamağı için getirilen kriterlerle, uyulması istenilen prosedürlerle aşağılanıyor, değersizleştiriliyor.

    Daha bütüncül, daha kapsayıcı, uygulamada eğitimin sıhhatine katkı sunacak çözümler bulmamız gerekiyor. Bunun da meseleleri karmaşıklaştırmak, zorlaştırmakla değil basitleştirmek, netleştirmekle mümkün olduğu sır değil. Kariyer basamaklarıyla iliştirilen eğitim içeriklerinin ve bunun üzerinden gerçekleştirilecek olan sınavın anlamsız olduğu ortadadır. Zira öğretmenlik mesleği mevzuatta da tanımlandığı üzere “özel bir ihtisas” mesleğidir ve öğretmen olarak sistemde aktif olarak kalabilen her öğretmenin uzmanlığı tartışmasızdır. Fiili bir kariyer beklentisinin hem öğretmenlerde mevcut olduğu hem de bunun MEB tarafından yerinde görüldüğü de açık olduğuna göre bunda temel belirleyici hususun tecrübe–kıdem olması en makul olandır. Ayrıca yüksek lisans ve doktora eğitimlerinin de bu süreçte anlamlı etkisi olan hususlar olarak değerlendirilmesi rasyonel bir yönetselliğin gereğidir. Diğer taraftan verilen unvanın, kazanılan yeni basamağın etkisinin sadece maaşla sınırlı olamayacağı bunun yanında ek haklarla ve sorumluluklarla da desteklenmesi gerektiği işin tabiatı icabıdır.

    Türkiye’de eğitimin niteliği sorunu yapısaldır, sistemseldir. Açık konuşmak gerekirse de asıl müsebbibi de devlettir, onun eğitim alanındaki mücessem görünümü olan MEB’dir. Sorunları gerçekten konuşacaksak durum bu! “Mış gibi” yapacaksak MEB öğretmenliği kariyer basamağına dönüştürüyormuş gibi yapar öğretmenler de Emel Topkaya’nın ifadesiyle “prosedür köprüsü”nden geçmek için yapıyormuş gibi yapmaktan imtina etmezler. Eğitim faaliyeti bütündür okulda öğrencilere aktarılan sentetik organizasyondan çok daha geniş ve çok daha önemlidir. Öğretmenleri kurgusu, işleyişi ve sonuçları belli olan bu tarz “karakter aşındıran” uygulamalarda hırpalayarak ne öğretmenlerin ilgi ve motivasyonları arttırılır ne öğretmenlik mesleğinin itibar ve saygınlığı sağlanır ne de eğitimin kalitesine katkı sağlanır. Kafka’nın öyküsünde olduğu gibi bulunduğumuz yerden hoşnut olmadığımız görülüyor. Ancak bunun başlı başına bir amaç olduğunu düşünmek, bunu böyle kabul etmek de fazla çocukça.