Uzaktan bir trompet sesi
duyuluyordu, uşağa bu sesin ne manaya geldiğini sordum. Uşak hiçbir şey
bilmiyordu, zaten hiçbir şey de duymuyordu. Tam bahçe kapısında yolumu kesti ve:
– Nereye gidiyorsunuz
patron?, diye sordu.
– Bilmiyorum, -dedim-
yalnızca buradan dışarı çıkmak istiyorum, yalnızca buradan dışarıya. Yeter ki,
buradan dışarı olsun, amacıma ulaşmamın tek yolu bu.
– Yani amacınızın ne
olduğunu biliyor musunuz?, diye sordu.
– Evet, -diye yanıtladım- az
önce söyledim ya. Buradan dışarı çıkmak, amacım bu.
Kafka’nın
“Yola Çıkış” adlı kısacık öyküsü böyle. Öykü, apaçıklığıyla herhangi bir ek
değerlendirmeyi gerektirmiyor. Tıpkı bizim hâlimizin bir analiz, çözümleme
gerektirmeyişi gibi. Bizim açımızdan sevimsiz olan kısım da burası biraz.
Önümüzde apaçık olan ve bu apaçıklığına rağmen başka türlü gösterilen bir durum
var ve hepimizden önümüzde duran bu apaçık gerçeği görüldüğü gibi değil de
söylenildiği gibi kabul etmemiz isteniyor. Herhangi bir çekinceyi, itirazı
muvazenesi olmayan resmi gürültüye boğdurtan ortam absürtlüğüyle her gün biraz
daha sınır tanımaz bir hâl alıyor. Kafka’nın öyküsünü de anımsatan bu hâlin son
görünümlerinden birisi de Öğretmenlik Meslek Kanunu’yla düzenlenen
öğretmenliğin kariyer mesleği olarak yapılandırılmasıdır. Zaten apaçık olan
hâlimizi biraz daha apaçık kılma ve dolayısıyla yaşamla kurduğumuz ilişkinin
nasıl çocukça-çocuksu bir sorumsuzlukla kayıtlı olduğunu göstermesi açısından
eğitim kamuoyunun gündemindeki konuyla ilgili birkaç hususa değinmekte fayda
var. Kaş yapalım derken nasıl göz çıkardığımızın müşahhas bir örneği olan konu
eğitim tarihimizin tartışma başlıklarından birisi. Öğretmenliği bir kariyer
mesleği olarak yapılandırmanın öğretmenlerin ilgi ve motivasyonlarını
arttıracağı, eğitimin niteliğine katkı sunacağı ve öğretmenlik mesleğinin daha
cazip ve itibarlı hâle gelmesini sağlayacağı beklenmektedir. Konunun
gündemimize girmesi ve Öğretmenlik Meslek Kanunuyla yasal bir hüviyet
kazanmasının mantığı-gerekçesi bu. Şimdi bu gerekçelere, mantığa
dayandırdığımız düzenlemenin uygulamada nasıl bir şeye dönüştüğünü ve ne tür
şeylere yol açtığına bakalım.
Neden
öğretmenliği kariyer mesleği yapalım?
Bunun
için yukarıda kısaca gerekçelerine değindiğimiz mevzuyu açmamız gerekiyor.
Tekrarlayalım, öğretmenliğin bir kariyer mesleği olarak yapılandırılması eğitim
tarihimizin gündemlerinden. 23 yaşında öğretmen olarak atanan bir genç 65
yaşında 40 yılı aşkın bir tecrübenin ardından emekli olduğunda hala öğretmen
olarak bulunuyor. Kıdemi, tecrübeyi vs. göz önünde bulundurarak öğretmenlerin
kariyer beklentilerine de cevap verebilecek şekilde yapılandırmak, değinildiği
üzere, öğretmenlerin mesleki aidiyetlerini güçlendirme, ilgi ve
motivasyonlarını arttırma, yenilenme, kendini geliştirme gereksinimi oluşturmak
ve bunlar neticesinde doğrudan ve dolaylı olarak eğitimin, eğitimcinin
niteliğini arttırma yönünde anlamlı bir katkı sunacağı beklenmektedir. Bu
yönüyle şüphesiz önemli, anlamlı. Ancak değişik dönemlerde gündemimize giren ve
bir düzenlemenin konusu olmadan tekrar sessizliğe havale edilen konu sadece bu
önemli ve anlamlı gerekçeyle sınırlı değil. Bürokratik, araçsal bir aklın dar
görüşlülüğünde önemli ve anlamlı bir konunun nasıl daha büyük bir soruna dönüştürüldüğüne
bakalım.
Öğretmenliği bir
kariyer mesleği olarak nasıl yapılandırıyoruz?
2022
Şubat’ında yürürlüğe giren Öğretmenlik Meslek Kanunu öğretmenliği dört basamağa
ayırmıştı. Buna göre öğretmenliğe başlayan kişi aday öğretmen olacak ardından
sırayla öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olabilecek. Aday öğretmenlikten
öğretmenliğe geçiş bilinen ve uygulanan bir pratik. Uzman öğretmenlik ve
başöğretmenlik ise yeni sistemin omurgasını oluşturuyor ve üzerinde durulmayı
hak ediyor. Bugünküne benzer bir şekilde konu 2006’da gündem edilmiş ve
öğretmenlikte 7 yılını dolduranlar için sınav yapılmıştı. Sınavda başarılı
olanlar uzman öğretmen, doktora yapmış olan öğretmenler de başöğretmen
yapılmıştı. Normalde 2006’da yapılan bu sınavın periyodik şekilde yapılması
gerekiyordu ancak MEB bir daha sınavı yapmadığı gibi konuyu da sümen altı
etmeyi tercih etti.
2006
yılında birkaç ay farkla 7 yılını dolduramayan veya çeşitli sebeplerle sınava
giremeyen öğretmenler 16 yıldır ne uzman öğretmen ne de başöğretmen olabildiler.
MEB kendi eliyle kendi personel yönetiminde bir adaletsizliğe yol açtı. Bu
vesileyle 2006’daki bu düzenlemeyle yapılan bir adaletsizliğe daha değinelim.
Bu düzenlemeyle MEB, daha önce yüksek lisans yapanların %25, doktora yapanların
%40 fazla olan ek ders ücretlerini kaldırmış ve bunu da yüksek lisans
yapanların uzman, doktora yapanların da başöğretmen olacakları için zaten
fazladan bir ücret alacaklarına dayandırmıştı. Gerçekten de uzman öğretmen ve
başöğretmen olanlar bu ünvanları için ek bir ödeme aldılar ancak belirtildiği
gibi bugüne kadar bir daha sınavın yapılmaması çoğu öğretmenin uzman ve
başöğretmen olmasını fiilen engellediği gibi daha önceki kazanılmış haklarından
da mahrum bıraktı.
Nihayetinde
bu adaletsiz süreç bugüne kadar geldi. MEB, Öğretmenlik Meslek Kanunuyla aday
öğretmenlikten sonra her basamakta 10 yıl bulunmak kaydıyla öğretmenlerin uzman
ve başöğretmen olabilecekleri düzenlemenin uygulama takvimini açıkladı ve
takvim işliyor. Buna göre öğretmenlikte 10 yılını dolduranlar MEB’in Öğretmen
Bilişim Ağı (ÖBA) üzerinden açıkladığı 180 videoyu, uzman öğretmenlikte 10
yılını dolduranlar ise 240 videoyu izlemek şartıyla 19 Kasım’da sınava
girebilecekler. Sınavda başarılı olanlar Ocak ayı itibariyle kazandıkları
kariyer basamağına geçecekler. Videoları izlemeleri koşuluyla yüksek lisans
yapanlar uzman öğretmenlik, doktora yapanlar da başöğretmenlik için sınavdan
muaf tutulacaklar.
Kaş yaparken
nasıl göz çıkarıyoruz?
Buraya
kadar ülkemizde yapılan pek çok sınavda olduğu üzere teknik bir prosedür
aktardım. Burada sormamız gereken birkaç şey var. Uzman öğretmen veya
başöğretmen olduğumuzda önemli ve anlamlı dediğimiz gerekçeler karşılanacak mı
ve unvanı değişen öğretmenler de facto olarak mesleki anlamda ne tür bir
farklılıkla sahne alacaklar? 2006’da yapılan sınavda uzman ve başöğretmen
olanlar maaşlarına aldıkları ek ödeme dışında ne ek bir hakka kavuşmuşlar ne de
ek bir sorumlulukla yükümlü tutulmuşlardı. Bugünkü düzenleme de esas mevcut
haliyle ek bir ödeme dışında ne bir hak ne de bir sorumluluk getiriyor. Bir
okulda öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen aynı haklara sahip olacaklar,
aynı işi aynı şekilde yapacaklar sadece birileri uzman ve başöğretmen olarak
gerekli prosedürleri karşıladıkları için fazla ödeme alacaklar. Bu yönüyle
uygulama izaha muhtaç. Dayandırıldığı önemli ve anlamlı gerekçeleri karşılaması
muhal. İş barışına etkileri, öğretmenlerin ilgi ve motivasyonlarını
yükseltmekten ziyade pekâlâ düşürmesi yüksek olasılık olduğu da ayrıca not
edilmeli. Anlamlı bir kamu politikası analizinden yoksun olduğumuz için
2006’daki uygulamanın sisteme etkisinin nesnel ölçümünün ne olduğundan
bihaberiz zaten.
Bu
fasılda üzerinde durulmamakla beraber asıl önemli husus öğretmenliğin zaten bir
uzmanlık mesleği olduğu gerçeğidir. Daha önce Milli Eğitim Temel Kanunu’nda
şimdi ise Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda “Öğretmenlik, eğitim ve öğretim ile
bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir”
belirtildiği üzere “özel bir ihtisas” mesleğidir. Zaten ihtisas mesleği olan
öğretmenliği ayrıca uzman, başöğretmen şeklinde ihtasaslaştırıyor gibi yapmanın
izaha muhtaçlığı ortadadır. Zaten özel bir ihtisas mesleği olan öğretmenliğe
geçmiş olanları ayrıca nasıl ihtisaslaştıracağız?
Bir
de düzenlemenin yürütülme şekli var. 18 Temmuz’da başlayan ve uzman öğretmenlik
için 5 Eylül, başöğretmenlik için 19 Eylül olarak belirlenen prosedür için
resmi ve özel eğitim kurumlarında görev yapan 613 bin 868 öğretmen, yaz
tatilini sınava girme şartı olarak belirlenen videoları izleme ritüeli ile geçiriyor.
Öğretmenler, tüm videoları eksiksiz bitirmedikleri takdirde sınava girmeye hak
kazanamıyorlar. Oysa MEB, sınavlarda sorumlu olunan konulardan oluşan PDF
dosyasını paylaşıma açtı. Dolayısıyla isteyen video üzerinden çalışır, isteyen
PDF üzerinden. MEB öyle istemiyor. ÖBA’ya koyduğu açıklama notunda, sınavda PDF
dosyasındaki içeriğin geçerli olacağını belirtmesine rağmen “videoları
izlemeden sınava almam” diyor. Bu konudaki diğer bir husus da yüksek lisans ve
doktora mezunlarının sınavdan muaf tutulması fakat eğitim videolarını izleme
zorunluluğuna tabi olmaları. “Sen bu konuda gerekli yeterliliğe sahipsin”
denilerek sınavdan muaf tutulan öğretmene “bu konularda uzmansın ama yine de
videoları izleyeceksin” deniliyor. Videoların içeriği, niteliği vs. diğer
önemli bir tartışma başlığı.
Ne yapalım?
Öğretmenlerin
anlamının, öneminin, itibarının, saygınlığının en başta kendi bakanlığında
bulunmadığının somut göstergesi bu uygulama. Öğretmenleri aşağılamak için
yaratıcı fikirler/uygulamalar bulunmaya çalışılsa bu kadar olabilir ancak.
Sakallı Celal “bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün” tespitini boşuna
yapmamıştı. 60 yaşındaki 35-40 yıllık öğretmenin uzman olabilmek için sınava
alınması o öğretmene yapılmış bir saygısızlıktır, hakarettir ve bunu başka türlü
izah etmek mümkün değildir. Ayrıca, başöğretmen sınavına girme şartı olarak 10
yıl uzman olarak çalışma şartı getirilmiş ki, 10 yıl içinde emekli olacak
öğretmenlerin başöğretmen olma ihtimalleri bulunmuyor. Bu da yeterince
düşünülmediği açık olan uygulamanın başka bir yönü. MEB, uzman öğretmen
sayısını 75 bin 433 olarak açıkladı.
Öğretmenlik
Kariyer Basamakları Eğitimi için de 603 bin 864 başvuru alınmış. Bu
başvuruların 70 bin 505’i başöğretmenlik, geri kalanı ise uzman öğretmenlik
alanında yapılmış. Özel öğretim kurumlarındaki öğretmenlerden de toplamda 10
bin başvuru alınmış. Yani yüksek lisans ve doktoralılar sayılmazsa 500 bine
yakın öğretmen yapılacak sınavda 70 barajını aşmaya çalışacak. Bir öğrenci gibi
sınav stresi yaşayarak oldukça yüksek tutulmuş geçer notu almak için ders
çalışacak. Zaten ekonomik ve mesleki olarak itibarı yerlerde olan öğretmenlik
mesleği kariyer basamağı için getirilen kriterlerle, uyulması istenilen
prosedürlerle aşağılanıyor, değersizleştiriliyor.
Daha
bütüncül, daha kapsayıcı, uygulamada eğitimin sıhhatine katkı sunacak çözümler
bulmamız gerekiyor. Bunun da meseleleri karmaşıklaştırmak, zorlaştırmakla değil
basitleştirmek, netleştirmekle mümkün olduğu sır değil. Kariyer basamaklarıyla
iliştirilen eğitim içeriklerinin ve bunun üzerinden gerçekleştirilecek olan
sınavın anlamsız olduğu ortadadır. Zira öğretmenlik mesleği mevzuatta da
tanımlandığı üzere “özel bir ihtisas” mesleğidir ve öğretmen olarak sistemde
aktif olarak kalabilen her öğretmenin uzmanlığı tartışmasızdır. Fiili bir
kariyer beklentisinin hem öğretmenlerde mevcut olduğu hem de bunun MEB
tarafından yerinde görüldüğü de açık olduğuna göre bunda temel belirleyici
hususun tecrübe–kıdem olması en makul olandır. Ayrıca yüksek lisans ve doktora
eğitimlerinin de bu süreçte anlamlı etkisi olan hususlar olarak
değerlendirilmesi rasyonel bir yönetselliğin gereğidir. Diğer taraftan verilen
unvanın, kazanılan yeni basamağın etkisinin sadece maaşla sınırlı olamayacağı
bunun yanında ek haklarla ve sorumluluklarla da desteklenmesi gerektiği işin
tabiatı icabıdır.
Türkiye’de
eğitimin niteliği sorunu yapısaldır, sistemseldir. Açık konuşmak gerekirse de
asıl müsebbibi de devlettir, onun eğitim alanındaki mücessem görünümü olan
MEB’dir. Sorunları gerçekten konuşacaksak durum bu! “Mış gibi” yapacaksak MEB
öğretmenliği kariyer basamağına dönüştürüyormuş gibi yapar öğretmenler de Emel
Topkaya’nın ifadesiyle “prosedür köprüsü”nden geçmek için yapıyormuş gibi
yapmaktan imtina etmezler. Eğitim faaliyeti bütündür okulda öğrencilere
aktarılan sentetik organizasyondan çok daha geniş ve çok daha önemlidir.
Öğretmenleri kurgusu, işleyişi ve sonuçları belli olan bu tarz “karakter
aşındıran” uygulamalarda hırpalayarak ne öğretmenlerin ilgi ve motivasyonları
arttırılır ne öğretmenlik mesleğinin itibar ve saygınlığı sağlanır ne de
eğitimin kalitesine katkı sağlanır. Kafka’nın öyküsünde olduğu gibi
bulunduğumuz yerden hoşnut olmadığımız görülüyor. Ancak bunun başlı başına bir
amaç olduğunu düşünmek, bunu böyle kabul etmek de fazla çocukça.