İnsan tanıdıkça sever birbirini. (ya da tanıdıkça nefret eder) Tanımadan sevme söz konusu olamaz. Olsa da öyle gönülden olamaz. Dikkat ederseniz öyle candan dost olanlar, gönülden, çıkarsız birbirlerini sevenler birbirlerini çok iyi tanıdıkları ya çocukluk arkadaşıdır ya da birlikte askerlik yapmış, okul okumuş, yolculuk yapmış, aynı davaya gönül verip birlikte ter dökmüş… olan insanlardır. Yani birbirlerini tanımaları için yeterince birbirleriyle vakit geçirmiş olan insanlardır. Ayaküstü tanışıp sadece selamlaşmayla kalan insanlarla ne kadar içinizi açabilir ne kadar dost olabilirsiniz ki?
Söyler misiniz, Allah sevgisi de öyle değil midir? Sevdiğimiz bir dostumuz kadar muhabbetimiz yoksa rabbimize, onu dostumuz kadar tanımadığımız anlamına gelmiyor mu?
Üç-beş sıkıntımızı gidermiş, birazcık dertlerimize ortak olmuş kusurlu bir insana canımızı feda edebilecek kadar dost olabiliyorsak; acaba eşimizi, çocuklarımızı, dostlarımızı yaratan, sevebilmek için sevmeyi yaratan, bizi yediren, içiren sayamayacağımız kadar nimetlerle donatan ve her daim yanımızda olan, içimizi hüngür hüngür dökebildiğimiz, kapısını çaldığımız zaman niye geldin değil, neden daha erken gelmedin diye belki de sitem eden rabbimizi bir tanısak…
Onu bir tanısak nelerimizi feda etmeyiz ki uğruna; mal, makam, şan, şöhret, şehvet… onu hakkıyla tanıyanlar gerçek aşkı buldular; aşk deryasından kana kana içip kelebekler gibi ona ulaşmak için seve seve, takrar tekrar yaşamak istedikleri ölüme uçtular. Onu tanıyanlar medeniyetler inşa ettiler; yeryüzünü cennete çevirdiler. Adaletin keskin kılıcı; zalimin korkulu rüyası, mazluma rahmet kanadı oldular. Onu tanıyanlar “Müminler o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığında yürekleri titrer” (Enfâl Suresi -2) maşukununu arayan aşıklar gibi adı anılınca kalpleri heyecandan yerinden çıkacak gibi olur, gözleri ışıl ışıldar, yüzleri ay gibi aydınlanır.
Çünkü o mü’münler rablerini çok iyi tanırlar. Kendisi hiç yokken, yokluğundan bile kimse haberdar değilken, onu yoktan var eden rabbinin “Halık” oluşunu bilirler. Yaşamın, ölümün, hayır ve şerrin onun elinde olduğunun bilincinde olup bu konuda büyük bir güven içerisindeler. İçinde bulundukları günü en iyi şekilde değerlendirir, Sünnetullaha en güzel şekilde uyduktan sonra İşin sonucu konusunda bir endişe taşımazlar; tevekkül içerisinde ona dayanır ve ona güvenirler. Onun kendilerini asla yalnız ve sahipsiz bırakmadığını bilirler. Bütün hesapların bu dünyada görülmediğini bilir ve bundan dolayı bazı hesapları, kimseye en ufak bir haksızlığın yapılmayacağı gerçek adalete yani ahrete bırakıp kötülüğe karşılık kötülük yapmayı kendilerine yakıştırmazlar. Rızık için bir endişe taşımazlar çünkü rablerinin “Rezzak” olduğuna kanidirler. Daha fazla rızık için faizi, rüşveti, hırsızlığı, yalan dolanı, aldatmayı, kandırmayı ve kullara kulluğu rablerine olan güven zayıflığından kaynaklandığını bilir ve imanlarından kaynaklanan güvenle bütün bunlara karşı tavizsiz durur, gerekirse kapıyı vurup çıkarlar. Rabbinin “Fettah” oluşunu her daim yeni hayır ve rızık kapıları açtığına hiçbir şüphe taşımazlar. Kuru çubuğa, kredi kartına değil, rabbine hamd eder, ona secde ederler.
Dünya onu çok sıktığında, peş peşe gelen imtihanlar onu boğmaya çalıştığında ve artık Hz. Meryem gibi “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!” diyecek duruma geldiğinde kendisini duyan, bilen, gören bir rabbinin olduğunu asla unutmazlar. Kundaktaki çocuğu konuşturarak Hz. Meryem’in iffetine şahit tutan Allah, kendisinin aşılmaz gördüğü imtihanları, çözülmesi imkânsız gördüğü sorunları “ol” demesiyle oldurduğuna gönülden iman ederler. Çünkü bilirler ki, ne kadar büyük olursa olsun onun problemlerinden daha büyük bir rabbi var.
Yanında kimsecikler olmasa da, kalabalıklar içerisinde kendini yalnız hissetse de, insanların onu yanlış anladığı kimsenin onu anlamadığını düşündüğü yapayalnız kaldığı bir zamanda dahi kendisini hiçbir zaman yalnız bırakmayan, her halini en iyi şekilde bilen, anlayan ve onu hiçbir şekilde yanlış anlamayan, kalbinin derinliklerindeki niyetini en iyi bilen bir dostunun varlığına iman ederler. Ve böylece hakiki imanı elde ettiği için kainata meydan okuyabilirler. Firavunlara karşı Hz. Musa, nemrutlara karşı Hz. İbrahim’dirler. Çünkü onlar kendisini asla yalnız bırakmayan rablerini çok iyi tanırlar.
Kendisini Kitab-ı keriminde ve kitab-ı kainatında en güzel şekilde tanıtan rabbimizi hakkıyla tanımak tefekkürümüz olsun. Mâşukuna ulaşan âşık olmamız temennisiyle. Selam ve dua ile...