Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, sona eren eğitim-öğretim ardından Türkiye’deki eğitim sistemine ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor.
Çok önemli bir mektup krallık dairesinden çalınır. Hırsızın bakanlardan birisi olduğu bilinmektedir. Polis müdürü soruşturmayı yürütmekle görevlendirilmiştir. Bakanın dairesini boş yere aratıp taratır, adamın üstüne yol kesiciler salıp tepeden tırnağa soydurur müdür. Mektup yine de bulunamaz. Polis müdürünce görevlendirilen özel bir dedektif meseleyi çözer: Böylesine karmaşık, akla gelmez olması için “zula” çok kolay bir yer olur. Mektup, kabak gibi ortada bırakıldığı için onu arayanlardan saklanabilmiştir: “Mektubu saklamak için dünyanın en kurnazca, en büyük çaresine başvurmuştu bakan, saklamaya çalışmamıştı yani onu.” Bakan, hiç kimse farkına varmasın diye mektubu herkesin gözünün önüne, masanın üstüne bırakmıştı. Lacan’ın tabiriyle, Bakan’ın mektubu saklama şekli, onu “sembolik düzen”deki yerini değiştirerek gerçekleşir. Mektubu ortalıkta basit bir kâğıt parçası gibi bırakarak polisin aradığı çok önemli, sahibinin gözü gibi saklayacağı bir nesne olmaktan çıkarır. Kısaca bakan çok önemli ve titizlikle aranan mektubu saklamayarak saklar.
Poe’nun öyküsünden hareketle sözü biten eğitim-öğretim sezonumuza getirmek istiyorum. Görebildiğim kadarıyla eğitim-öğretim sistemimiz de “çalınan mektup” gibi gözlerimizin önünde durarak kendini saklamayı başarıyor. Öyküdeki bakanın yaptığı gibi stratejik bir müdahaleyle bizden kaçırıldığı şeklinde komplocu bir düşünce dile getirmiyorum. O yüzden sembolik düzeni başkalaştıran bir aktörün, bir gücün, bir odağın operasyonel müdahalesiyle karşı karşıya olduğumuz için eğitim-öğretim sistemi saklanmayı başarıyor iddiasında değilim. Burada öyküdeki işleyişten biraz daha farklılaşan bir durumla karşı karşıyayız. Bakanın “sembolik düzene” müdahalesi üzerinden görünmez kılınmıştı mektup. Polis müdürünün “mektubu ararken “evi parsellere ayırdık, her bir parseli numaralandırdık ve böylece hiçbir bölgeyi gözden kaçırmadık” şeklindeki ifadesi tam da “sembolik düzen” içinde kalındığında neden aynı zamanda başarısızlığa mahkûm kalınacağını ve bakanın da bu yüzden neden “sembolik düzen”e müdahale ederek mektubu saklayabildiğini sarahaten önümüze koyuyor. Bizim durumumuzla öykünün işleyişi arasında fark olduğunu belirttim. Farka geçmeden bir şeyin daha altını çizelim. Düşünme biçimimizi, hareket alanımızı, bunların içeriğini ve sınırlarını doğrudan tayin eden bir husus “sembolik düzen”. Bu yüzden çok önemli, çok hayati.
Tekrar bizim işleyişimizdeki farka gelelim. Eğitim-öğretim sistemimiz; varlığını, meşruiyetini bizi çepeçevre kuşatan “sembolik düzen”den alıyor. Burada “sembolik düzen”in birileri tarafından aleyhimize kullanılmak inşa edilmiş sıra dışı bir komplo, baş edilemez bir tuzak olduğunu ileri sürmüyorum. Meseleyi gizemlileştirmek, karanlık-karmaşık göndermelerle bulanıklaştırmak, bir takım tedirgin edici imalarla sarmalayıp statükoya can-kan taşıma derdinde değilim. Tersine yaptığımız faaliyetlerin kaçınılmaz şekilde bir “sembolik düzen” içerisinde gerçekleştiğini ve anlamlı ve makul bir eleştirinin, itirazın, değişimin de ancak bu “sembolik düzen”in varlığını ve işleyişini gözeterek mümkün olabileceğinin altını çizmeye çalışıyorum. Biraz daha devam edelim buraya. Yukarıda polis müdürünün mektubu bulmak için evi ararken nasıl detaylı bir planlamayla yol aldığını alıntılamıştım. Mektubu bulamayışı aramaya ilişkin yaptığı planlamanın yanlış, mantıksız, gereksiz olduğuyla ilintili değildi. Tersine yerleşik düzen içinde, Lacan’ın ifadesiyle “sembolik düzen” içinde, kalındığında yapılabilecek en makul planlamanın bu olabileceği rahatlıkla görülebiliyor. Sıkıntı da burada ve eğitim-öğretim sistemimiz ile kader ortaklığı oluşturan tarafı da bu. En rasyonel, en stratejik planlamanız, polis müdürünün yaptığı gibi, bizatihi ontolojisi, paradigması ve işleyişi ile başarısızlığa mahkûm. Başarısızlık burada planlamadaki veya uygulamadaki bir hatadan, bir eksiklikten, bir yanlışlıktan kaynaklanmıyor.
Başarısızlık “sembolik düzen”in yapısından kaynaklanıyor çünkü düzlem içerisinde arzu ettiğiniz başarıyı (mektubu bulmayı) imkânsız kılan bir kodifikasyon işbaşındadır. Sistemin gerçek anlamda sorun oluşturan, başarısızlığa, memnuniyetsizliğe yol açan tarafları, ortada bırakılan mektup gibi, bakış alanımızdan özenle çıkarılmıştır. Buradan hareketle eğitim-öğretim sistemine ilişkin bir eleştirellikten yoksun olduğumuz anlaşılmasın. Tersine “sembolik düzen” içerisinde kaldığınızda sınırsız eleştirme özgürlüğüne sahipsiniz. Nitekim bizim de çok canlı, gerilimi yüksek bir eğitim-öğretim tartışmamız tarihsel olarak mevcut. Zaten bu tarihsel mevcudiyet bize “sembolik düzen” içerisinde kaldığımızda, yaptığınız bütün eleştirilere rağmen, neden ve nasıl başarısız kalacağımızın etraflı bir dökümünü sunuyor. O yüzden her biri birbirinin tekrarına, kopyasına dönüşen eğitim-öğretim sezonlarımızdan hareketle sistemin “sembolik düzen”ine ilişkin bir takım analizler, çözümlemeler yapmak zorunluluğuyla karşıyayız. Bu sadece tatile giren eğitim-öğretim sistemimiz için geçerli değil. Devlet yapılanmamız, devlet-toplum ilişkimiz, din-devlet ilişkisi, toplumsal hayatımızın organizasyonu ve işleyişi gibi pek çok alan için de geçerli. Meseleyi sadece taşıdığımız iyi niyet, gözettiğimizi düşündüğümüz yüce amaç, değişmesini arzu ettiğimiz sistem içindeki pozisyonumuzla hâl yoluna koyabileceğimizi düşünmek en iyimser ifadeyle statükoya payanda olmaktır. Sistemin varlık koşullarını, günümüz gerçekliğini, amaç-araç uygunluğunu ve bütün bu kombinasyona alan açan “sembolik düzen”i göz ardı ettiğimizde dünden farklı bir sonuçla karşılaşmamız mümkün olmaz, olamaz.
Prusya’da hayata geçtiği günden bu yana yerküre ölçeğinde bırakın egemen olmayı neredeyse meşru tek form haline gelen zorunlu-kitlesel eğitim-öğretim sistemi her geçen gün varlığını muhkem hale getirerek devam ettiriyor. Ülkemizde de Osmanlı modernleşmesinin başlangıcından bu yana hem uygulama sahası genişleyen (ki neredeyse eğitime erişim problemimiz bulunmamaktadır) hem de zaman olarak süresi sürekli artan (bugün yasal olarak zorunlu 12 yıllık eğitime okul öncesi ve neredeyse fiili olarak zorunlu hale gelen yükseköğretimi de dahil ettiğimizde neredeyse yirmi yıla yaklaşıyor) sistemin arzu ettiğimiz amacı gerçekleştirmesi için, polis şefinin mektubu bulmak için yaptığı planlama gibi, son derece detaylı bir planlama ile yol alıyoruz. Eğitimcilerin niteliğinin geliştirilmesi, ders araç gereçlerinin zenginleştirilmesi ve tedariki, yöntem-teknik çeşitliliği, müfredat çalışmaları vs. gibi pek parametrede mevcuda ciddi anlamda yatırım yaparak yürürlükteki planlamaların revizyonunu da yapıyoruz. Bütün bunlara rağmen geride bıraktığımız son eğitim-öğretim sezonu da diğerleri gibi benzer bir sonuçla bizi karşı karşıya getirmiş durumda. Dolayısıyla alana ilişkin gerçekçi bir değerlendirme kurduğumuz hayaller ile yaşadığımız gerçeklik arasında bir bağ kurmayı, bu bağı “sembolik düzen”in çarpıtan, manipüle eden, karartan, görünmez kılan, göz önünde olanı gözden kaçıran, gözden bu şekilde kaçırılışını akla ve mantığa getirtmeyen genetiğiyle etkileşim içinde olursa işlevsel olabilir. Bizi hayatımızı karikatürleştiren, kontrolsüzleştiren ve daha da kötüsü basit bir uyup aparatına dönüştüren “benim oğlum Binâ okur döner döner yine okur” girdabından çıkaracak şey de budur.
Öykünün daha başlarında dedektif Dupin, polis müdürüne gizemlerin (başarısızlıkların, amaçların gerçekleştirilememesinin) bazen aslında çok basit ve bariz açıklamaları olduğunu belirtir. Sorun Poe’nun öyküsünde olduğu gibi bazen meselenin çözümsüz olmasıyla ilgili değil veya çözümsüz olacak kadar zor, çetrefilli ve gizemli olmasıyla ilgili değil. Meseleyi çözümsüz kılan meselenin kendisinden ziyade bizsek, meseleye yaklaşım biçimimizse veya konforlu bir şekilde kendimizi teslim ettiğimiz “sembolik düzen”se! Bu kritik bir aşama ve burayı yokladığımızda bazı şeyler çok basit ve bariz hale gelebilir, gözümüze, aklımıza, mantığımıza bambaşka türlü görünebilir.