Fütüvvet
gibi, mefkure gibi, himmet de şeriatle beraber geri alınan nice mefhum
pınarlarından biri idi. Himmet dert idi, çaba, gayret, yönelme, şevk, heyecan,
yardım idi. Sahip çıkan, babalık eden, kol kanat gerene “âlihimmet” denilirdi.
Himmet isteyenden hizmet beklenirdi.
Risalet/nübüvvet
başlığı altında peygamberlerin usül olarak “himmet” yolunu izlediklerini ve
bunu öğrettiklerini söylemek mümkündür.
Yeryüzü
halifeliği için insana verilen muvahhidlik potansiyelini canlandırma, başkasına
kayıtsız kalmama, bozuk akışa teslim olmama, nefsi emmareye ve ona sürekli
fısıldayan şeytana direnme, enbiyanın ortak tavrıdır.
Peygamber
Efendimiz(sav), “sizin dertleriniz ona çok ağır gelir” (Tevbe 128) diye
vasfedilirken aslında bir yandan da sabitelerimiz ve kardeşlerimiz hakkındaki
emanetin ağırlığı bize hatırlatılmış olmaktadır.
Hatta
dinin özünde de bu diğeri için fedakarlıkta bulunmak yani uluvvü himmet vardır.
Tasavvufun
hazinesine dürülüp kilitlenmeseydi mesela “dünyayı ilmimizin sonu ve en büyük
himmetimiz kılma” mealindeki dua-yı nebeviyi de “Kişinin kıymeti himmeti
kadardır” manasındaki Hz. Ali’nin (kv) sözünü de daha iyi anlayacaktık.
Himmeti,
diğergamlık manasıyla kullandığımızda, enaniyet asrında, İslam aleminin, izzet,
fetih, hüküm gibi yaralarına yeniden merhem olacak bir anahtar nosyondan
bahsetmiş oluruz.
Bediüzzaman
Hazretleri, imanın üzerine kilitlenen kapıları açarken bu anahtarı da kullanır:
“Mevcuda iktifa dûnhimmetliktir” der. Yani
eldeki ile yetinmek, idealsizlik, ruhsuzluk, miskinliktir.
“Kimin
himmeti milleti ise o tek başına bir millettir” der ve yine ekler: “Kimin
himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil.”
Hutbe-i
Şamiye’de İslam aleminin geri kalma nedenlerinden birini de “bütün himmetini
sadece kendi şahsi menfaatine sarf etmek” şeklinde açıklar.
“Ben”
yerine “biz” şuurunda karar kılan bir ihlasa, İslam alim ve önderlerinin,
şehidlerinin ve sıddık neferlerinin bütün hayatları şahiddir.
Mesela
“ümmeti Muhammedin evlatları sele kapılmış gidiyorlar, bu selden ne kadar kütük
kurtarsak o kadar kardır” diyerek imanın, ateşten gömlek olduğu vakitlerde
meyus olmadan, Kur’an talimi için çırpınan Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri...
Eşi
bir defasında: “Efendi! kapımızda sürekli polis bekliyor, Cezayir Müslümanları
için dua ettin diye seni karakola aldılar, tekrar hapse atarlar, yine bir
numaralı şubenin tabutluğuna koyarlar, biraz kenara çekilsen, başkasına
bıraksan” gibi sitemlerle endişelenirken bir gün rüyasında kocasının dilinin
dilim dilim doğrandığını görür.
Dehşetle
uyanır, rüyasını efendisine tam anlatacaktır ki, daha söze başlamadan o himmet
sahibi alim, hafif başını sallayarak hanımına Kur’an’ın kerametinden şöyle der:
“Öyledir hanım, eğer biz bugün Kur’an öğretmezsek, şu dilimizle Allah azze ve
cellenin yoluna çağırmaz isek, o dilimizi yarın hesap gününde dilim dilim
doğrarlar.”
Ve
bir latif hatıra da “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere
yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını
söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.” diyerek tüm ömrünü milletin imanı
için mum gibi eriten Bediüzzaman Hazretlerinden:
Bir
gün karşısında oturan bir talebesi; “Üstad neden evlenmiyor ki, bedeninde
evlenmesine engel olacak bir sorun mu var acaba?” diye içinden geçirince, Üstad
yerinden kalkar ve o talebesinin yanına gider, eliyle şefkatle sırtına
dokunurken hafif tebessümle şöyle der: “Yok kardeş, öyle değil. Elhamdülillah,
bedenim sağlamdır. Yalnız, ben şayet evlenseydim, o kadının haklarına riayet
etmem gerekecekti, ona vakit ayırmam lazımdı, onu mesud etmek için çabalamam
lazımdı. Lakin şu milletin imanı bende öyle bir dert açmış ki, bununla
uğraşırken zevcenin hukukunu ihmal etmekten korktum o yüzden evlenmedim..”
Muhammed
Yusuf Kandehlevi’nin (rh) “Eğer Allah katında insanın değeri artarsa, eşyanın
değeri düşer ve fiyatlar ucuzlar. Ama eğer Allah katında insanın değeri düşerse
eşyanın değeri artar ve fiyatlar yükselip pahalılık olur.” sözünü çarşı pazarın
ahvaline bakarak ezberledik.
Sırada
kadir kıymetin himmetle alakalı ayarlarını gözden geçirmede..