Toplumdaki bireylerin bakış açısına baktığımızda iki sınıf insanın ön plana çıktığını görebiliyoruz. Birincisi, toplumsal faydayı düşünenler ikincisi ise sadece kendini düşünenler. Bunu ülkeler bazında da değerlendirebiliriz.
Her türlü iyiliği emreden dinin bakış açısına baktığımızda din, insanlara hizmet etmeyi ibadet saymış, komşusu aç iken uyumamayı tavsiye etmiştir. Bugüne geldiğimizde, bütün sıkıntıların temel nedenlerine baktığımızda, herkesin ya da her ülkenin kendisini düşünmekten kaynaklandığını düşünüyorum. Ben tok olayım da gerisi önemli değil ya da benim ülkemin ekonomisi iyi olsun gerisi de çok önemli değil. Mantığı çok sakat bir mantık.
Sonradan da ekonomik sıkıntılar baş gösterince kenetlenmemiz lazım sözü çok samimi olmasa gerek. Hepimiz şunu çok iyi anlamalıyız ki her şey bir bütün olarak anlam kazanır. Bir saat bile vidasını kaybederse çalışmaz. Ben ibadette bir olayım safları sık ve düzgün tutayım ya da herkes düğünüme taziyeme gelsin fakat komşum aç iken ben tok yatayım. Bunun adı samimiyetsizlik ya da şark kurnazlığıdır.
Seyyid Kutub’un söylemiyle bu din büfe değil ki işine geleni alıp işine gelmeyeni almayasın. Her şey birbiriyle bağlantılı olduğu için her şeyi bir bütün olarak değerlendirmek lazım. Bütün kriterleri dikkate alarak hareket etmek en güzelidir. Ben evde televizyonumun sesini sonuna kadar açıp izleyeyim, ben ders anlatırken sınıfın kapısını açıp bağırarak ders anlatayım sağımı solumu düşünmeyeyim bu bencilliktir, anlayışsızlıktır.
Bu anlamda inanç: Vicdandır, ekonomidir, ahlaktır, empatidir. Egoizmin böyle bir anlayışta yeri olamaz. Madem biz bir inanca mensup olduğumuzu söylüyoruz o zaman onun gereklerini yerine getirmemiz gerekmiyor mu? Hiç olmazsa saydığım kriterleri dikkate alarak küçük adımlarla başlasak bile büyük bir kazanımdır.
İnsanın niçin yaratıldığını kavrayıp çevresine duyarlı ve faydalı olması kadar güzel bir duygu yoktur. Böyle bir ortak duyguyu ancak kendi menfaatimizden ve duygularımızdan vazgeçerek Yaradan’a kul olma ekseninde kazanabiliriz. Kul olmayı beceremezsek benlik kimliğimiz ön plana çıkar, geçici kazanımlar elde etsek bile uzun vadede hep kaybedeceğiz.
Her türlü işlerin düzelmesi ve toplumsal mutabakatın zemininin oturması, ancak Yaratıcı’nın buyruklarını referans almaktan geçer. Bizler kendi nefsimizden sıyrılıp kardeşlerimizi, insanımızı, insanlığı düşünürsek en güzel faydayı sağlamış oluruz. Birinin ayağına diken battığında his edebiliyorsak, biri rahatsız olduğunda rahatsız olabiliyorsak, başkasının mutluluğunu isteyebiliyorsak, hem insan olmayı hem kul olmayı becermişiz demektir.
Örnek aldığımız en güzel insanlar hep kendi nefsinden vaz geçmiş, başkasının üzüntüsünü kendi üzüntüsü saymış, başkasının derdini kendi derdi olarak görmüşlerdir. Gerektiğinde karnına taş bağlamış gerektiğinde yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş tam bir anne şefkatiyle bütün insanlara faydalı olmaya çalışmışlardır. İnsanoğlu böyle düşünmediği sürece hep sıkıntılar hep dertler olacaktır.
Bunun için bizim bütün sınırlarımızı açık tutmamız gerekir. İnsanlarla olan ilişkilerimizi tekrardan gözden geçirerek bütün insanlarla olan ilişiklerimizde duvarlar değil köprüler inşa etmemiz elzemdir.
Selam ve dua ile…