Bu hayatta herkes için ortak gerçek ölümdür. Hiç kimsenin
kaçamadığı, vakti geldiğinde kurbanlık koyun gibi başını önüne uzattığı ölüm…
Ne kadar gerçek, ne kadar soğuk ve ne kadar da ürperti verici… Herkese
yakıştırdığımız ama kendimiz için düşünmesi bile yasak acı hakikat… Lezzetleri
acılaştıran, tatları buruklaştıran, renkleri flulaştıran yanı başımızdaki
gerçek…
Korona ve diğer doğal musibetlerle hayat tuvalimize daha
yakından fırça izleriyle dokunan ölüm… Gün geçmiyor ki ölüm; en yakınımızdan,
yanı başımızdan, evimizin içinden, hesaplarımız ve planlarımız olan birilerini
alıp götürmesin! İşte, bu ince, esaslı, sağlam ve şaşmaz bir hesabın
zembereğinde işleyen ölüm akrep ve yelkovanı bir gün bizim için de duracak…
İlme’lyakin bildiğimiz, ayne’lyakin müşahede ettiğimiz ama hakk’elyakin
kaçtığımız ve kendimize tozunu konduramadığımız ölüm…
Aslında güneşin üzerine doğduğu her yeni gün bu gerçeği bize
haykırıyor. Korona ile birlikte bu haykırış, kulaklarımızın zarını patlatmakta,
yüreğimizin yağını eritmektedir. Hayatın her anı, dakikası, saati ve günü bize
saatin gongu gibi şunu söyler durur:
“Nefis, dünya ve şeytana dost olan uyanık bir düşmandır.
Sizlere kötülüğü, kini emreder. Kendini size sürekli bir gurur aynasında
göstermekte ve bir yenilmezlik hissi vermektedir; oysa size biçilen ömür süresi
bu keyf ve zevke kâfi bir uzunlukta değildir. Şeytan yaldızlı sözler ve hile
ipleriyle insana ebedi kinini nefes nefes enjekte eder ve onu kendine uydurmaya
çabalar. Bu hak- batıl mücadelesinin her gün tazelenen yüzüdür. Şeytan, Allah'a
isyanında asi ve itaatsiz oluşunu, hırslı ve gururlu olduğunu ve ırkçılığı öne
çıkardığını insandan gizleyerek doğru yolun üzerinde oturup insanı aldatmaya
çalışır. Taht ve taç sahibi olmakla avutur, helal ve haram endişesinin
yersizliğini söyler durur. Ta ki ölüm gelinceye kadar bu aldatma devam eder
durur. O halde, lezzetleri acılaştıran ölüm hayatınızın miyarı olsun ki iki
hayatınız da huzurla kazanılmış olsun.”
Ölüm, her nefis içindir. Ecel vakti gelince beklemez alır
alacağı canı. Konu komşu, akraba, anne, baba... Kim varsa hepsini biçilmiş
harman gibi tırpanlar; çünkü bu hayat, doğumla başlayan bir nöbettir ve nöbetin
devir anı ölümdür. Ayette bu hakikat şöyle beyan edilir:
"Hanginiz daha güzel amel işleyecek belli olsun diye
O(Allah) ölüm ve hayatı yarattı." (Mülk: 2)
Dünya, aşağı yer anlamına gelen 'deneê' kökünün türevidir.
Ebed âleme, cennet yurduna ve İlahi rahmete kıyasla dünya, bir boş oyalanmadır.
Süslü, renkli, cazibeli görünse de ancak kişiyi arkasından topal bir eşek
misali sürükler. Oysa her şey insana hal diliyle: 'Sen öleceksin!' demektedir.
Dünyaya dalmak bir uzun emel, gerçekleşmeyen hayaldir.
"Bunu elde edeyim, şuna kavuşayım, ev alayım, arabam
olsun, yerim sağlamlaşsın..." derken bir bakılır ki yetersizlik, acziyet,
bunalım, streslerle dolu hayat insanı deli divane eylemiş.
Dünya, tuzlu bir su gibidir; içtikçe susatır insanı ve
daldıkça cezbederek kendine çeker. Ve insan bir bakar ki bir merkep gibi
dünyayı sırtlanmış gidiyor. Onun bu cilvesi, görüntüsü, rengi insana çok hoş
gelir.
Ey insan, sakın aldanıp bu dünyanın ardından gitme! Sen,
dağlar ve yerlerin yüklenmekten çekindiği kulluk yükünü ElestBezmi’ndeki
sözünle yüklendin. Eğer buna rağmen yüreğin sana yanmıyorsa; dünyanı bir binek
gibi görüp hayra, doğruya ve fazilete ulaşmıyorsan; dünyayı ahmakça bir eşek
gibi sırtına bindirip taşıyorsan; "Daha vaktim var, ölüm bana şimdi gelmez;
şimdilik gencim, dincim, varlıklıyım, keyif ve zevkle mest olmalıyım. İnsan,
dünyaya yaşamak için gelir!" diyorsan ve kendini fırsatları var eden
olarak görüyorsan bu büyük bir eseftir.
Heyhat ki, ne heyhat! (Devam edecek)