Son yıllarda-özellikle son günlerde- İslam düşmanlarının belirli noktalardan İslam’a ve Müslümanlara saldırdığını görüyoruz. Belli kavramlar, şiarlar ve semboller üzerinden İslam’a olan düşmanlıklarını izhar ettiklerine şahit oluyoruz. İslam kalesini ve iman bendini ana artellerden vurmaya çalıştıklarını izliyoruz. Camii, ezan, başörtüsü, ayet ve hadisler onlar için saldırı hedefleridir. Madem Batı’sıyla, batılıyla, laiki ve demokratıyla küfür tek beden gibi, tek ağız gibi, tek kalem gibi Müslümanlara saldırıyor, İslam’a olan kinini ifşa ediyor o zaman Müslümanların da detaylara varan bütün ama, lakin ve fakat’ları bırakarak bir savunma, bir tahkim mekanizması geliştirmelidir.
Dikkat edelim, İslam düşmanları direkt İslam’a saldırmıyorlar. Saldırılarını yönetim, cemaat, kişi veya olaylar üzerinden yapıyorlar. Niye? Çünkü doğrudan saldırdıkları zaman vicdani olan hiç kimse onlara prim vermeyecek. Bunu çok iyi biliyorlar. Oysa onlar, falan örgütü, filan lideri, şu mekânı ya da öteki gelişmeyi tepkileri ve saldırganlıkları için kılıf yapsalar da niyet belli, amaç bellidir:
İslami olan her şeye hayır, İslam’ı çağrıştıran görüntü ve gidişata ‘olmaz…’
Ayasofya açılır, kudururlar, Taksim’e camii yapılır hafakanlar onları basar,
Mescid-i Aksa savunulur gelişmeleri lokalize ederler.
Bir imam, rektör, yazar, âlim veya aktivist kalkıp ‘ahlak, irfan, hayâ ve gençlik’ten konu açar. Nasihat eder, yol gösterir, durum tespiti yapar.
Kronikleşmiş bu İslam düşmanları reel, sosyal ve sanal âlem adına ne varsa ‘Hurraa!’ hücum borusu çalarlar, yargısız infaz yaparlar, algıları iğfal etmeye çalışırlar.
Peki, biz bunların gerçek niyetlerini kolayca anlayabilir miyiz? Evet, yeter ki söze, sözün çıktığı ağıza, sözün söylendiği zemin ve zamana ve sözün kim veya kimlere hizmet ettiğine dikkat edelim. İmam-ı Şafii'ye sormuşlar: “Fitne zamanı hakkı tutanları nasıl anlarız?” Demiş ki: "Düşman okunu takip ediniz, o sizi hak ehline götürür."
Onlara söylenecek çok söz var; ama umut ediyoruz ki Camilerimizin duvarına her işemek istediklerinde onlara bir ve beraber, Müslümanca bir duruşla ve İslami bir ağızla ‘hooştt!’ diyebilelim. İslam’ın pazarına, sokağına, camisine ve evine her gelmek istedikleri zaman süüür eşeğini batılın çöplüğüne, nursuzluğun çukuruna ve cehennemin ateşine diyebilelim.
Batı’dan Doğu’ya, Hıristiyan’ından Yahudisi’ne, Ateist’inden Deist’ine, Laik’inden Demokrat’ına tüm beşer düşünce ve ideolojiler Hakk düşüncesine karşıdır ve her zaman saldırı pozisyonundadır. Siz bakmayın, onların isimlerinin detaylarına yerleştirdikleri ‘özgürlük, hak, serbestlik, insan sevgisi’ gibi yaldızlı cümlelere…
İslam’ın aydınlığı ve Allah’ın nurunun tecelli ettiği her gönül ve zemin onların karanlığına bir saldırıdır. Karanlıktan nemalanan hiçbir varlık ve kuvvet aydınlığa ve nura razı değildir. Camiler, bu bağlamda İlahi nurun yeryüzündeki yansıma mekânlarıdır. Allah’a secdelerin aynı safta ve imanlı alınlarda zirveye çıktığı yerdir. Camiler, küfrün karabasanıdır. Yeryüzünde imar edilen her mescid, yükselen her minare ve kulaklardan gönüllere nüfuz eden her ezan onların secdesiz saltanatlarının sona ermesidir.
İnsan, ilk yaratıldığı zaman Allah’ın en sevdiği secde haline şahit olmuş. Secde bizi Allah’la en yakınlaştıran bir miraç sayılmış. İşte camii/mescit, Allah’ın çokça sevdiği secdenin içinde bulunduğu namazın kulluk görevi, kardeşlik bilinci ve cemaatleşme ruhunu oluşturma coşkusuyla topluca kılındığı ibadet yerleridir. Allah(c.c)’ın en sevdiği yerler camilerdir. Hadis-i şerifte, “Camiler ’ın evidir.” buyuruldu. Mescitler, Müslümanlar için birer ibadet yeri, ilim müessesesi, buluşma yeri, mahkeme, ordu karargâhı, elçilerin kabul edildiği bir makam ve hatta gerektiğinde hapishane olmuştur.
Âdem’e secdeye tahammül edemeyen şeytan, oğullarına secde yapılacak mekânlara tahammül ettirir mi?