Emperyalist, zalim,
işgalci ve zorba olduğuna dair yeryüzündeki tüm insanların ittifak ettiği bir
devletin yönetimi, mevcut iktidarın değil, Türkiye devletinin aleyhine bir
karar açıklıyor ve idareye talip olan ana muhalefetle birçok siyasi çevre bu
duruma tepki göstermiyorlar hatta kimileri doğrudan ve dolaylı olarak destek
beyan ediyorlar.
Acaba dünyanın başka hangi
ülkesinde böyle bir örnek vardır?
Evvela Lozan
Anlaşmasındaki meşhur aktör Hayim Nahum’un güya Türkiye’deki yeni cumhuriyet
lehine Lord Curzon’a söylediği o sözü hatırlamak gerekir: "Siz Türkiye'nin
mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî
temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum."
Elbette ki, hikaye bununla
başlamadı, yüz elli- iki yüz yıl öncesinden yuvarlana yuvarlana buralara
gelindi.
Memleketin şahs-ı manevisi
için endişelenen kimileri, bu kendinden kopuşu çok az da olsa yavaşlattı yine
kimileri en azından bir yerde/seviyede durdurmaya çalıştı ama olmadı.
Ve yukarda bahsi geçen
başhaham, gidişatı gördüğü için “taahhüt” kıvamında bir güvenle tarihin yol ayrımında
rolünü iyi oynadı.
Sonuçta ortaya çıkarılan
ve kendi geçmişine, tarihine, geleneğine, kültürüne yabancı/nevzuhur, hilkat
garibesi olarak arz-ı endam bu gaybubet kümesi ile hangi müştereklerde
buluşulabilir, hangi düşmana birlikte karşı durulabilir, hangi zorluk beraber
göğüslenebilir? Doğrusu kestirmek çok zor.
Meseleyi siyasetin kâr
zarar terazisiyle tartınca diğer birçok örnekte olduğu gibi kör taassup,
trajediden komediye evriliyor.
Öyle ki bir TV’de yorumcu,
lafı şu absürt noktaya getirebiliyor: “Bir gün önceki görüşmede Erdoğan,
Biden’den böyle bir açıklama yapmasını isteyerek, sonrasında artacak ABD
karşıtlığını kendi hanesine kaydetmek istemiş olabilir.”
Son kertede atılan format
bir türlü tutmadığı halde yüz senedir devletlülerin de çaktırmadan vaziyeti
idare etmeye çalıştığı bir ülkenin kendisi olamama sendromu, en çok da bu tür
durumlarda nüksediyor.
Ve ulus minimizasyonu
üzerine kurulu olduğu için sürekli sorun üreten sistemin problemleriyle
uğraşmanın risklerinden kaçarak dışarıya yönelmek, spontane bir çözüm gibi
görülünce, dış politikayı, ‘her daim herkese boyun eğmek’ şeklinde
yorumlayanlar bir anda akıldâne oluveriyorlar.
Yine bu zamanlar, ABD’nin
ne açıkladığını değil de, bununla kimi hedef aldığını düşünerek hareket
edenlerin Türkçülüğünün de Kürtçülüğünün de nerede başlayıp nerede bittiğinin
yeniden netleştiği demler oluyor.
Peki darbeci Sisi ve
siyonist işgal rejimi karşısındaki yeni tutum da başka bir resmin netleştiği
anlamına gelmez mi? Bunu da zaman gösterecek.
Madem 1915 açıklamasından
buraya geldik. Ne demek istediğimizi Üstad Bediüzzaman’ın sözünü özetleyerek
aktaralım:
"Bence bu mesele
terazinin iki kefesi gibidir. Birinin hafifliği, öbürünün ağırlığına geçer. Ben
bu şartlarda taşımı ve tokadımı, Ermeni haini çapulcusu olan Andranik ve Yunan
eşkıyası ve zalimi olan Venizelos ile aynı tarafta olup, (dönemin İttihat ve
Terakki liderleri) Sait Halim Paşa’ya ve Enver Paşa'ya vurmam. Bana göre vuran
da sefil ve alçaktır."
Eskiden çok kullanılan bir
omurga tabiri vardı. Omurgasızlık çok yayılınca herhalde tedavülden kalktı.
“Ne olursa olsun yeter ki
gitsin” yerine biraz hakkaniyetli olmayı denemek için tabi ki incecik de olsa
bir kılçık gerekir.
Kılçık yoksa yenmek,
yutulmak yani kaybolup gitmek o kadar kolaydır ki.