“Sultânlar, milletin
malını, zâlimler ve haydutlardan korudukları gibi, âlimler de âvam'ın
i'tikadını, bid'atçilerin şerrinden korurlar.”
Her şeyin bireysel
çıkarlar uğruna tersyüz edildiği bir ahir zamanda kimin, neyi koruduğunu tespit
etmek hayli zorlaşsa da, İmam Gazali(rh), yukardaki sözünde olması gerekeni
söylüyor.
Peki, itikadı yani temiz
inancı, kabul ve kanaati, ibadet ve ahlakı korunmayan bir toplumun malını,
hakkını hukukunu idarecilerin asla koruyamayacağına dair şüphe makul müdür?
Hangi ortam, devlet,
kültür için düşünürseniz düşünün alimin/bilginin yani doğruyu söyleyenin dokuz
köyden kovulması demek, onuncu köyde toptan helak olmak demektir.
O yüzden hiçbir aklı
başında yönetici, hakkı savunmaktan başka kastı olmayan alimle karşı karşıya
gelmek istemez.
Peygamberlerin varisleri
olan hakiki alimleri, Allah Teala’nın bir lütfu değil de siyaset için yük,
maslahat için ayak bağı, sorunlar içinse asla konuşmaması gereken dilsiz ve
sağırlar olarak görenler, haşa verdiği nimet için adeta Allah’a şikayet etme
marazına yakalananlardır.
Ve onların, Peygamber
Efendimiz(sav)’in şu Hadis-i Şerif’ini bir daha düşünmeleri gerekir:
“Şüphesiz Allâh Tealâ,
ilmi yok etmek istediğinde onu kulların kalbinden soyarcasına almaz, lâkin
âlimlerin canını kabzetmekle ilmi çeker alır. Nihayet hiçbir âlim bırakmayınca,
insanlar kendilerine cahil reisler yaparlar, birtakım müşküllerinin halli için
onlara sual sorulur, onlar da ilimsiz fetva verirler böylece hem kendileri
doğru yoldan saparlar. Hem de başkalarını saptırırlar.” (Buhârî, İlim:35; Müslim, İlim:13)
Hakiki alimleri elinden
alındığı için bir asırdır bu memleketin, nasıl perişan olduğunu, nasıl
savrulduğunu görmeyenlerin hala bir takım koltuklarda oturup ahkam kesmeleri ne
kadar acıdır.
Medreseleri kapatılmış,
uleması darağaçlarında asılmış, sürgünlerde, hapislerde mahvedilmiş ve
itibarları ellerinden alınmış mazlum bir coğrafyada bütün bu zulme karşı
birikmiş tepki oylarıyla iktidara gelenler, tamamen zındıkanın mahallesine rücu
etmedikçe onları razı edemeyeceklerini de unutmuş gözüküyorlar.
Hatırlanırsa geçen ki
yerel seçimde AK Partinin İzmir büyükşehir belediye başkan adayı da seçim
vaatlerini sıralarken İzmir’in şarabını bir dünya markası yapacağını
söylemişti. Tabi hiçbir ehl-i şarap, bu vaade kanarak oy vermedi.
İmamına “sus” filan
diyerek, Ayasofya’nın hakkının iadesi karşısında kahrolan hiçbir Allah
düşmanının güvenini kazanmak mümkün değildir, ancak bu sözler onlara cesaret
verir ve bunun vebali de öyle kadın üzerinden savunulacak kadar hafif ve kolay
değildir.
Memleketteki bilumum
feminist, sapık ve din düşmanı kesimler, ve onların şerli fiilleri ve failleri
aleyhine laf edemeyenlerin kalkıp da, beyanlarında yanlış bulunmayan bir alim
hakkında tepeden bakan, ayarcı ve aşağılayıcı bir dille yorumda bulunmaları,
üstelik dini mevzuda da haddi aşan bir tutumla konuşmaları siyasi bir refleks
değil, hasarettir, zavallılıktır.
Meş’um sözleşme gibi en
fazla elli sene içinde Müslüman memlekette aile ve nesle çok büyük zararlar
verecek uygulamaları savunmaları yetmezmiş gibi bir de İslam’ın konuyla ilgili
en net hükümlerini açıklayanları hedef tahtasına koyanlar, herhalde bu mübarek
beldenin hafızasında güzel bir şekilde anılmayacaklardır.
Ve alimlere ekmek su gibi
muhtaç olanlara da büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bütün bir cami cemaatinin,
bütün bir İslam ahalisinin tek yürek, tek ses olarak tavrını belli etmesi
şarttır: “İmamıma dokunma, alimime karışma, işine bak, Hakk’ı söyleyen dili
susturma, kürsünün konumuyla oynama, ilimle zıtlaşma, sükut eyle..”
Şimdilerde 94 ruhu diyerek
o dönemdeki dine sarılmanın heyecanına atıfta bulunanlar, açık bir sınavdan
daha geçiyorlar.
Artan çelişkiler
karşısında inandırıcılığı sorgulayanların en son yerel seçimde verdikleri bir
cevap var. Sabah başlıyorlar saat 17:00’de sandıklar kapanınca bitiriyorlar.
Bakalım sandıktan feminizm mi çıkacak yoksa uyarı ve ikazlar mı?
Vakit de öyle hızlı geçiyor ki..