Facebook’un maddi varlığı için 100 milyar dolar deniyor ki,
bu rakam Türkiye’nin geçen yıl açıklanan bütçesine çok yakın. AB ülkelerine
ayrı Türkiye’ye ayrı son watsapp politikası karşısında “biz de şuraya geçeriz”
tavrına eyvallah da, bu trajedi sadece bunlarla ve ilk defa yaşanmıyor ki.
Kaldı ki mesele yalnız burada temsilcilerinin olmayışı yahut vergiyi filan takmamaları da değil. Manevi şahsiyetine ait esas unsurları değersizleştirme ve bağlarını zayıflatma karşılığında o topluma güya konforlu iletişim imkânı sunan küresel emperyalizmin 25 yıllık yeni versiyonu karşısındaki zilletimize ve çaresizliğimize bakar mısınız?
Ölümlerden ölüm beğenir gibi, önümüzde örümcek ağları arasında tercih yapmak zorunda bırakılıyoruz. Yerli denilenin de kaliteden öte ahlakî ve kültürel açıdan henüz buralı olmadığı ortada.
Söz konusu platformların, farklı coğrafyalardan milyarlarca insanı, anlık bilgi paylaşımında buluşturması ise mecburiyetimize asılı mağlubiyetimizi daha da ağırlaştırıyor.
Demokrasi masalıyla uyutulurken halkının kendini yönetmesine ve inşa edip gelişmesine sürekli engel olunan bu coğrafyanın hazin öyküsünü istisna ederek söyleyelim: Bir müsabakada en temel kural herhalde yarışçıların aynı anda başlamasıdır. Ancak sermaye, güç ve rekabet odaklı dünyada bir ülke, özel veya kamu bileşenleriyle, bırakın diğer devletlerle aynı anda başlamayı; “amaan yarışa katılınca ne olacak” derse sonuç böyle oluyor.
Yarın şu şımarık ecnebi sosyal medya patronlarının hepsi bir araya gelip anlaşsalar ve “bundan sonra şöyle yapmayanlar bizim hizmetlerimizden faydalanamaz” deseler herhalde onların haklılığına mazeretler bulmaya çalışacağız.
Memleketin hani bazı entelektüel ve akademisyenleri vardır akıllı telefon kullanmazlar, ellerinden geldiği kadar popüler kültürün araçlarından uzak durarak fert planında bir direniş sergilediklerini düşünürler. Bu kararlı tutumlarına/eylemlerine kişisel tercihleri denilerek bir kıymet atfedilebilir ancak başkasına teklif edilemeyecek davranışların toplumda pek karşılığının olmadığını da herhalde en iyi kendileri bilirler.
Adı, geçen ay çok gündeme geldiği için emekli olan bir ilahiyat profesörü de geçen günlerde yine çıkmış, ateistlerle ve bilumum İslam düşmanlarıyla birebir aynı jargonu kullanarak, tüm İslam alemini teknolojideki geri kalmışlıkları ve aşı bulamadıkları için suçlayıp alay ediyordu. “Ne yapsın İslam alemi! senin gibileri yetiştirmek için bir sürü emek harcıyor ama boşa gidiyor” dense o da boşa gidecek.
Bunun yerine toplumda isimleriyle öne çıkan ve etki alanı geniş olan kimseler ellerindeki itibarın motivasyonuyla sivil girişimcileri yüreklendirseler daha iyi olmaz mıydı? Bunlar kısmen yapılmadı veya olmuyor değil, ancak çok fazla himmete, gayrete, ortak dert ve çabaya ihtiyaç var.
Tabi tüm bunlar için de ülke insanının asgari derecedeki “ortak gelecek” ruhunun incitilmemesi lazım. Birlik şuurunun iyileştirilmesi lazım. Farklılıkları zenginlik gören “hepimiz”in heyecanının diri tutulması lazım.
İşin bir de şöyle bir tarafı var. İçerikleri bir yana dizi film sektöründe veya savunma alanındaki başarısı ile dünyada öne çıkmaya başlayan bir Türkiye, nispeten de olsa kendi kültürel dokusuna uygun biçimde geliştireceği “hakiki yerli” bir sosyal medya uygulamasını kısa vadede belki tutturamaz.
Ancak devlet kontrolü altındaki internet ağını da herhalde elalemin keyfi şirket politikalarına rastgele sunamaz, sunmamalı.
Bu nedenle son zamanlarda gündeme gelen yasal düzenlemeler ivedilikle çok daha katı ve etkin biçimde uygulanmalı, sürekli güncellenmeli ve taviz verilmemelidir. Hem sırf şımarık tavırları için değil, bu ülke insanına, inancına, tarihine ve medeniyetine saygı duymayı öğrenene kadar yaptırımlara devam edilmelidir.
Yani arada bir fişleri çekilmelidir. Yoksa tamamen..