“Onlar ki, yeryüzünde
kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar,
zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin
sonu Allah'a aittir.” (Hac suresi 41)
İktidara getirenin hakikatte halk değil Halık olduğu
unutulduğunda ayet-i kerimenin devamı sadece yüzüne okunmuş olur. Namaz,
bireyin kendi iç dengesini, zekat toplum tabakaları arasındaki muvazeneyi,
emr-i bil maruf nehy-i ani’l münker ise güçle hak arasındaki mizanı hatırlatır.
Her Müslüman, iman ahdiyle aslında güvenilir olduğunu ilan
eder. Selamlaşma bunu anlatır, kardeşlik, komşuluk, kerim ahlak hep bunun
üzerine kuruludur. Ancak iktidar nimeti, güvenilir olanın üzerinde bir başka
durur. Hükümet kurulduğunda güven oylaması tabiri formalite de olsa buna vurgu
yapar.
“Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu
kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarının güvende olduğu kişidir.”
(Buhari, İman 7) buyuran Resulullah(sav), bunu başka bir Hadis-i Şerifinde
şöyle açıklar: "Hayırlınız, kendisinden iyilik umulan ve kötülüğünden emin
olunandır. Kötünüz de, kendisinden iyilik beklenmeyen ve kötülüğünden emin
olunmayandır." (Tirmizi, Kitabu'l-Fiten 76)
O yüzden batının mevcut düşünce sistemini besleyen en temel
öğe güvensizliktir. Haliyle mesela en meşhurlarının şu sözü istisna
sayılmaz; “İnsanların insanlara
güvenmesini, aklım almıyor.” (W.Shakespeare).
Hz.
Ebubekir Sıddık(ra), halifelik vazifesine başlarken yaptığı muazzam
konuşmasında hani şöyle der:
“Şayet görevimi lâyıkıyla yaparsam, bana yardım ediniz.
Yanlış hareket ve davranışta bulunursam, bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk,
itimat ve emniyet, yalancılık ise hâinlik ve itimadı kötüye kullanmaktır..
Allah’a ve Resûlü’ne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz. Şayet onlara isyan
edersem, bana itaatiniz gerekmez.”
Herkesin güttüklerinden sorumlu bir çoban olduğunun farkına
vardığında güzelleşecek olan dünyanın tüm makam koltukları sırat köprüsü
üzerine kuruludur. Bir an, bir nebze haksızlığa taraf olmanın vebali, avam
halkın cürmüyle kıyaslanmaz. Herhalde bu nedenle Hz. Ömer’e kendisinden sonra
oğlunu da halifelik için aday göstermesi istendiğinde “bir evden bir kurban
yeter” demiştir.
İnsan, idareci iken de hatadan hali, kusurdan beri değildir.
Müslüman toplumun idarecilerinden beklentisi hiç yanlış yapmamaları değil, her
zaman haktan ve adaletten yana olmalarıdır.
İlkokul talebesinin sınavıyla üniversite okuyanın sınavı bir
olmaz. Zorluğu belli olan imtihanların mükafatı da o kadar büyüktür ki, İmam
Rabbani(rh), “bir valinin memleketin hayrı için atacağı bir imza, basacağı bir
mühür, sıradan insanların altmış yıllık nafile ibadetlerinden daha fazla
kendisine sevap kazandırır” der.
Dünya mazlumlarına her zaman sahip çıkmaları umulan
kimselerin, Allah-ü Teala’nın verdiği iktidar nimetini, kimlere ne karşılığında
verdiğini ve kimlerden nasıl çekip aldığını her daim muhasebe etmesi şarttır.
Devletlerle iyi ilişkiler uğruna feda edilecek bir mazlumun
sinesinde oluşacak ufacık bir çatlak, mana arzında kim bilir hangi fay
hatlarını harekete geçirir.
Hasılı, şu fani alemde hepimiz misafiriz. Misafir, güvenmek
ve kendine sürekli güvence bulmak ister.
Güvenilir olmak kadar da büyük bir güvence yoktur.