Yitik değerlerimizin biri de halkın bağrında yer edinmiş olan
bazı örfi değerlerdir. Taziye ve hasta sorma gibi. Özellikle taziye konusunda
korona öncesi dini aşmış bir örf, toplumsal yapımıza kazınmıştı adeta. Yemeği,
yedisi, kırkı, yılı, bayramı vs. derken ölenle ölünüyordu adeta. “Babam ölünce
amcam, tek ineğimizi kesip insanlara ikram etti.” demişti bu konuda dertli
biri.
Urfa, Bingöl, Mardin gibi birçok yerin müftüleri ve aşiret
önde gelenleri, taziye sahibine eziyete dönüşen taziye yemeğini kaldırma
girişimlerinde bulunmuştu. Birçok molla ve din adamı da taziyelerin üç günden
fazla olmaması yönünde hatırlatmalarda bulunmuştu. Bu konudaki şikayetler o
derece artmıştı ki, insanların şikayetleri de o oranda ayyuka çıkmıştı.
Peki ne oldu? Nasihatlerle akıllanmadık. Din adamlarının
tavsiyelerini kulak ardı ettik. Büyüklerin sözleri de etki etmedi. Korona
sadece Doğu’yu değil, Batı’yı hatta dünyayı terbiye etti. Şu an taziye kurmak
bir yana taziyeye gitmek dahi sorun oldu. Şartları zorlayanlar dahi kapıda,
içeri girmeden ayaküstü bir Fatiha okuyup gitmekteler. Ölen, Korona’dan vefat
etmişse mezarına dahi ancak üç-beş kişi gidebilmektedir. Daha acısı yıkayacak
kimse bulmada da zorluklar yaşanmaktadır.
Buna mukabil hasta ziyaretleri de maalesef sekteye uğrayan
bir diğer toplumsal sıkıntımız. O ziyaret ki en kısası en hayırlısı olarak
tabir ediliyordu. Hastayı ümitlendirmek, motive etmek bu ziyaretle mümkün
oluyordu. Bunu da çığırından çıkaracak derecede Sünnet adabının ötesinde
yanında saatlerce oturmak, bıktırmak, bir an önce kalkıp gitseydi temennisine
sokmak ziyaret değil, eziyet olmuştu.
Halbuki Müslümanın Müslüman üzerinde haklarından/en
önemlilerinden ikisi; hastalandığı zaman ziyaret etmek ve öldüğünde cenazesine
katılmaktı. Böyle inanıyor ve böyle biliyoruz. Lakin uygulamamız Sünnet’le
değil; örfün ve geleneğin baskısı altında olduğundan ancak evrensel bir musibet
bize bunları düşündürtüyor. Her zarardan bir yarar çıkarmak da bize ders olarak
kalıyor.
Bu sebeple Sünnet’e riayeti olmayan Müslüman toplumlarda
yukarıdaki şikayetler şekilde zarar ve ızdırap görenler olarak ağır bir
terbiyeden/süreçten geçiyoruz. Toplumsal yapımızın daha oturaklı olması adına
bunu fırsata çevirmek ve şikayetçi olduğumuz konuları düzeltmek ilk yapılması
gereken olmalıdır. Çünkü hastalarımızı ziyaret, taziyelerimizde hazır bulunmayı
özleyenler olarak ehl-i Sünnet olmayı, Sünnet’i toplumsal bir sıva olarak
kabullenmeyi, nefislerimize kabullendirmeliyiz.
Halk olarak adet, örf, gelenek ve göreneklerimizi Kur’an ve
Sünnet ışığında yeniden ihya etmeli, din adamlarımız ve önde gelenlerimizin bu
konudaki nasihat ve tavsiyelerini uygulamaya koymalıyız.
Gittikçe körelen ve özellikle de Korona sürecinde farklılık
gösteren bu özelliklerimizi telefonlarla/görüntülü arayarak, sorarak; hasta
olanlarla konuşarak, mesajlaşarak diri tutmaya bakmalıyız. İnsan hasta iken
veya taziyesi varken dostlarını yanında görmek ister. Bu fıtri bir ihtiyaçtır.
Sözü bir anekdotla bitireyim: Üç yıl önce babam öldüğünde çok
uzak yerlerden gelenlerin yoğunluğu konuşulunca biri cemaatte bulunan Molla
Sahap’a “Ulemadan biri olarak bunun önüne geçip en çok komşu şehirdekilerin
taziyeye gitmelerine dair fetva verseniz nasıl olur Seydam?” dedi. Seyda biraz
düşünüp gülümsedi: “Vallahi doğru ve haklı bir istek. Lakin benim taziyem olsa,
uzak yakın tüm dostlarımı yanımda görmek isterim.”