Güncel bir yazıya, videoya, konuşmaya Âyet-i Kerime ve
Hadis-i Şerif’le başladığınız zaman, hemen ‘vaaz verecek herhalde’ diye burun
kıvırıp, demode ve alan dışı görerek ilk başta odağı kaydırmak yetmezmiş gibi
bir de bugünün üslubunu bilmemekle, gençleri anlamamakla suçlayanların hayli
yayıldığı Müslüman mahallenin kendine yabancılaşmış kamplarında saatlerin ve
seferlerin yeniden ayarlanması en büyük zarurettir.
Kabuğu kıbleye, meyvesi Londra’ya, yaprağı Paris’e, dalı
Newyork’a dönülü ağaçların Allah’a şükür köküne beslenen bir ümit var. Yoksa,
‘Jean-Jacques Rousseau "Emile, or On Education" kitabında şöyle diyor
ya’ diye başladığınızda, ‘ooo çok ilginç, demek ki biliyor, biliyor ki
konuşuyor’ gibi bir iç sesle size bakan üniversiteli için değmez denir ve
susulurdu.
Hâlbuki İslam’ın olmadığı bir zihinden hikmet almak ayrı
şeydir davranış almak ayrı şey. O yüzden Kur’an ve Sünnetten uzak referanslar
ne kadar konforlu gelse de onların bedeninde, amelinde, muamelesinde insanî
ahlâk olmadığından bizim yaşam formumuz için asla yol gösterici
olamaz/olmamalıydı. Öyle ya mesela yukarda söylediğimiz şahsın mezkur kitabında
çocuk eğitiminden bahsettiğini ancak kendisinin bizzat kendi çocuklarını terk
ettiğini bilmeyen yoktur. Tabi davulun sesini uzaktan hayranlıkla
dinleyenlerden başka..
O yüzden aile hayatı, temizliği, edebi, akrabalığı,
komşuluğu, duyarlılığı, tevazuu, cömertliği, şecaati, affediciliği,
sahiplenmesi, hilmi, sabrı, sadakati, vefası -hasılı- ahlâkı; eserleriyle,
sözleriyle uyuşmayanları yani tevhid etmeyenleri bizim muhabbetlerimize baş
tacı yapan nefs-i emmareye karşı âgâh olmak şart..
Bu girişten sonra herhalde esas mevzuya bir Hadis-i Şerifle
başlayabiliriz. Bir defasında ‘imanın en sağlam kulpunu’ soran
Efendimiz(sav)’e, Ashâbı; ‘Namaz’ dediler, ‘Zekat’ dediler, ‘Ramazan Orucu’,
‘Hac’, ‘Cihad’ dediler fakat hangisini dedilerse, “o da güzeldir, ama değildir”
buyurdu. Ve Sahabe-i Kirâm’ın merakını şöyle giderdi: “Şüphesiz imanın en
sağlam kulpu, Allah yolunda, Allah için sevmeniz ve Allah için nefret
etmenizdir.” (İmam Ahmed 18157)
Şimdi özel ya da tüzel fark etmez sevgi ve nefretteki şu
muazzam mihenk, tek maddelik anayasa olsa yetmez miydi? Elbette ki yeterdi.
Bizim işgalci siyonistten nefretimizle Alman şovenistinki
farklıdır. Suriye halkını, Ruslar gibi, Akdeniz’e açılan sağlam üslerimiz olsun
diye sevmiş olsaydık, buraya sığındıklarında Yunan’lıların yaptığı gibi
botlarını batırır, sınır hattından içeri sokmazdık.
En çok da Amerika’nın vicdanına sığınan Müslümanlardan nefret
etmemiz bu yüzdendir. Çünkü köre gösterir gibi açıktan, sağıra duyurur gibi
bağıra bağıra “Ey Suudi!, ey Libya’lı!, ‘Ey Deyrizor’lu seni petrolün kadar
seviyorum”, “Ey Türkiye’li! seni bana açtığın üslerin kadar, stratejik
ortaklığın kadar, laik seküler kodlara bağlılığın kadar seviyorum” diyen bir
gâvura hüsn-ü zan besleyecek kadar şuurumuzu peynir ekmekle yemiş değiliz.
Şerlerinden sakınmak için dil ucuyla/siyaseten/mecburen bazı
teamüllere uymanın ötesine geçmememiz hususunda, rotamızı Rabbimiz çiziyor hem
de en keskin çizgilerle: “Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veliler
edinmesinler. Kim böyle yaparsa, ona Allah'tan hiçbir yardım yoktur. Ancak
onlardan korunma gayesiyle sakınmanız başka. Allah, sizi Kendisi'nden
sakındırır. Varış Allah'adır.” (Âl-i İmran 28)
‘Biden şu zaman şunu dedi’, ‘Trump bunu söyledi’ gibi bol
magazinli cüruflar olsa da olmasa da bu konuda Müslümanların kanaati değişmedi
ki, BAE veya diğerlerinin işgal rejimiyle normalleşme ilanından sonra bu ölçü
değişsin.
Sadece uzaklar için de değil, İslam’ın, aile ilgili
tavsiyelerine düşman olan yerlilerden de Allah için nefret etmek imanımızın bir
gereği. Yine tanımadığı birine Allah için yemek ısmarlayan Diyarbakır’lı
çocukları, Ayasofya açıldı diye kurban kesen Moritanyalı’ları sevmek de bu
kabilden.
Şimdi saatleri ve seferleri yeniden ayarlama vakti. Akrep; ‘kim için seviyoruz yahut nefret ediyoruz?’ onun üzerine, yelkovan ise; ‘ne yaptıysa?’ onun üzerine..