Kaybettiklerimizin kemiyyet ve keyfiyetini unuttuğumuz için neyi, niçin ve ne adına arayacağımızı bilmediğimiz/umursamadığımız her şeyin, bir tık kadar burnumuzun dibinde olduğu şu acayip devranın hepimize yüklediği aşırı mesuliyetler ve meşguliyetler yüzünden önceliklerimiz anlık değişiyor. Ve işte bu hengâmede hayatî kavramları, bilip bilmeden bu arada öğütüyoruz.
Mesela
‘cebr’ de onlardan. Aklımıza sadece “cebren” ve “cebriyye” altında kodlanmış
“zor kullanmak, zorla yaptırmak” gibi bir çağrışım gelir. Herhalde -Allah’a
değil- insanlara sıfat olduğunda “zorba” anlamına geldiği için bununla
sınırlamışız.
İsterseniz
tıklayıp biraz etrafında dolaşalım. Cebr kelimesi bir defa sadece zorlama
anlatmıyor. Arapça sözlüklerde, hep kırılan bir kemiği, kalbi veya eşyayı
düzeltip onarmak diye ifade edilmiş. Bakın Râgıb el-İsfahânî bu kelimenin
sözlük manası için ne diyor: “bir şeyi ıslah etmek için herhangi biçimde zor
kullanmak”
Matematikteki
cebir de herhalde problemleri çözmeyi anlattığı için aynı kapıya yani eksiği
tamamlamaya, tamir ve düzeltmeye çıkıyor. Esma-ül Hüsna’dan olan el Cebbar
ism-i şerifi için; “ulaşılamayacak derecede azamet (ceberût) sahibi” denmekle
beraber Razî gibi müfessirler bunu; “yaratılmışların halini iyileştiren, hakkı
galip getiren, her güçlüğü kolaylaştıran, her kırığı onarandır” şeklinde izah
etmişler. Öyle olunca “Allahümme ya cabire’l kulub-il münkesirah! icbir
kulubena” (ey kırık kalpleri onaran Allah’ım kalplerimizi ıslah et) duasını da
yeteri kadar hatırlamaz olduk. Hz. Ali Efendimiz’in “Ey her kırılanı onaran
(câbir) ve her güçlüğü kolaylaştıran!..” diye yaptığı duasını ve
Resulullah(sav)’in aynı kelime ile “Allahım!.. Dağınıklığımı toparla, bana
dirlik düzenlik ihsan et!..” (Tirmizî, Salat 95; İbn Mâce, İkamet 23)
şeklindeki niyazını pek söylemediğimiz gibi.
Fert
planındaki dağınıklığımızın aile, akraba, mahalle, toplum ve ümmet zemininde
çıkardığı dağınıklığın boyutları ortada.
“Sen
onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır.” (Haşr 14) Bu ayet-i
kerime Yahudilerin durumunu anlatırken, “Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle
harcasaydın, sen onların kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat Allah onların
arasını uzlaştırdı.” (Enfal 63) ayeti ise müminlerden haber vermektedir. O
zaman paramparça olduğunda yeryüzünü fesada veren kalplerimizin dağınıklığını
toparlayacak olan Mevlâ’ya evvela dua ve niyazla sığınmak şart.
Merhum
Akif’in; “Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” deyişi gibi
dağınıklığımızı toparlayacak bir seferberliğin muhasebesinde kalbimizin
konumunu da sürekli yeniden güncelleme zaruriyeti var.
Hedefler,
ameller, duygular, hal, söz, tavır, davranış dağınık iken de kalplerin
tevhidi(birliği) ve te’lifi (ısınması) zordur. Firavun yönetiminin ihtiyaç
duyduğu sağlamlık için Mısır halkını nasıl darmadağın ediyor idiyse (Kasas 4)
bugün de sanki bu işi sadece zalimler ve onlara teşne olan uşaklar değil
nefsini merkeze alan herkes yapıyor. Ama Hak adına olmayan her hareketin aleyhe
yazılması nedeniyle dağınıklığımızı düzeltmediğimizde başkasının dağınıklığı
kalbimize sebat ve sekinet vermiyor, eğriliğine çare olmuyor, kaymasını
durdurmuyor, katılığını yumuşatmıyor, karasını ak etmiyor, pasını silmiyor.
Kur’an
ve Sünnet ile uzatılan ipin sağlamlığı da dağınık olmamasıyla alakalı.
Aynı
kaderde ama ayrı kederde, aynı surette ama ayrı dertte, aynı fikirde ama ayrı
zikirde oldukça dağılan parçalar nasıl toparlanacak?
Filistin
ve Kudüs için dağınıklığımızı düzeltmek mecburiyeti var. Libya, Yemen, Suriye,
Mısır, Irak, Arakan, Doğu Türkistan, Keşmir ve yüreğinde iman olan tüm noktalar
için dağınıklığımızı toparlama zorunluluğu var.
Ve
“bu zamanda en büyük farz vazife olan ittihad-ı İslam için” dağınıklıktan
kurtulmaya ihtiyacımız var.
Ya
Rab! bizi, hayalleri, vakitleri, işleri, gönülleri, zihinleri, safları,
dayanakları paramparça olanlardan eyleme. Düzelt dağınıklığımızı ey Cebbar!