Ayasofya ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Tekrar camiye dönüştürülmesi konusunda milliyetçilerin ve kimi ulusalcıların neredeyse İslami kesimlerden daha fazla ısrarcı olmaları ise, üzerinde düşünülmesi gereken bir husus.
Herhalde
bu, Cumhuriyetin kuruluş öyküsüne dipnot yapılan ‘Yunan’ı denize dökme’
ayrıntısını, devlet aklının oksijeni olarak görenlerin, Ayasofya, Ekümenik,
Adalar, Batı Trakya gibi sembolleri farklı tarif etmeleriyle ilgilidir.
Türkiye’nin
belki de ilk defa Doğu Akdeniz’deki hakimiyet ve haklarına eğilmesiyle başlayan
sürece yeterli tepki göstermediklerini düşünen Yunanistan, Avrupa ülkelerini
kızdıracak bir takım radikal adımlar atması için Ankara’yı tahrik ederken
içerde, enflasyon, işsizlik, adalet ve siyasetle ilgili kimi zayıf noktalarda
dikkat dağıtma ameliyesi de devleti yönelenlerin sık başvurdukları bir yöntem
olarak biliniyor.
Sonuçta
ne olursa olsun, tıpkı Ezan-ı Muhammedi gibi, camiler, hele de fethin nişanesi
olan mabedler de, İslamın şiarı olmaları hasebiyle aslına döndürülmek
zorundadır. Tepkileri ölçerek, sorunu Danıştay’a havale edip işin içinden
çıkmak ise, “siyasete alet ediyorlar” diyenlerin elini güçlendiren bir hayal
kırıklığı olacaktır.
Haydi, bu mevzu, her sene bir
şekilde ülke gündemine geldiği için burada veya Avrupa’da yazılacak konuşulacak
da Mısır’a ne oluyor? denebilir. Mısır Fetva Kurumu (Daru’l İfta), sosyal medya
hesabından diyor ki; "Osmanlılar 1453'te İstanbul'u işgal edinceye ve onu
camiye çevirinceye kadar 916 yıl kilise olarak kaldı."
Aralık
ayında Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır’ın, Doğu Akdeniz için
anlaşmaya varmalarından sonra geçen hafta Atina’nın, Türkiye'nin Libya ile Doğu
Akdeniz için imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşmasına karşı, Mısır'la
benzer bir anlaşma planladığı ortaya çıkmıştı. Buradan bakıldığında Mısır’ın,
diğer Arap ülkelerince de takip edilen önemli bir kurumunun İstanbul’un fethine
işgal demekteki kastının ne olduğu netleşiyor.
Ancak
bu zırva beyanın Sisi’nin başka bir sözcüsü tarafından değil de fetva
makamından yapılması senaryonun bu minvalde devam edeceğinin işareti gibi
duruyor. Yarın aynı kurum, daha önce herkesin bildiği meşhur bir tarih orjinli
dizi filmini, ‘Osmanlı’yı diriltmeyi amaçlıyor’ diyerek yasaklaması gibi,
Türkiye’nin bölgedeki politikalarıyla ilgili, hatta iç işleriyle ilgili de bu
türden fetvalar serdedecektir.
Mısır
ile Yunanistan, başkasının sırtından ekonomilerini ayakta tutmaya çalışan iki
ülke. İngilizlerin palazlandırıp Almanya’nın bakımına teslim ettiği Yunanistan’ın
Avrupa Birliği’ne de maliyeti gelinen noktada çok ağırlaşmış vaziyette. Yine
BAE ve Suud’un aktardıkları paranın dışında gelirinin çoğunu turizmden
karşılayan Mısır için de bu salgın son derece sarsıcı oldu. Üstüne bir de
Libya’daki kayıp eklendi. Yakında ordu içinde tetikte bekleyen Sisi karşıtı
odakların yeni bir darbe için harekete geçmesi hiç de sürpriz olmayacaktır.
Şimdi
Ayasofya ile Mısır ne alaka? diye sormakla Türkiye, Yunanistan ve Mısır’ı karşı
cepheye atmak yerine yanına çekecek adımlar atamaz mı? diye sormanın mantığı
birbirine eşdeğerdir.
Vaka
sayısında olmasa da ölümleri asgari seviyede tutabilmesiyle ve güçlü sağlık
sistemiyle bir anda öne çıkan Türkiye, ABD’deki mevcut durumu ve Avrupa’daki
durağanlığı fırsata çevirerek adalet ve ekonomi gibi en hassas iki konuda nasıl
adımlar atacak? Asıl önemli olan bu. Ancak bölgesindeki moral ve stratejik
pozisyon da izleyeceği yol da önemli.
Libya
ve Doğu Akdeniz sahasında gerçekten mühim bir geleceğin inşası var. Ve bu arada
birçok taş yerinden oynayacaktır. Birçok şey eskisi olmayacaktır. Onlardan biri
de Ayasofya gibi gözüküyor. Haydi hayırlısı.