Advert
as

Fetih İçin Yaz!

  • 2020-06-01 12:23:49
  • 1984 Görüntülenme
  • Bayramın hemen ardından Diyarbakır ve İstanbul’un fethinin yâd edilecek olması güzel.

     

    Hikayesi, hatırası ve neticesi ile bu fetihleri anmanın ilaç gibi bir etkisi var.

     

    Konuştukça, okuyup dinledikçe, heyecan, ümit, şevk, aşk, azim, kararlılık ve hareketle karışık bir ruh teneffüs etmiş gibi oluruz.

     

    O nedenle yiğitleriyle, fatihleriyle ve tarihi arka planıyla fetihlerin ayrıntılarını hazmedilecek şekilde paylaşmak herhalde bu çağın bize yüklediği sorumlulukların başında geliyor.

     

    Ocak ayının başlarında artık daha şümullü olarak idrak etmeye çalıştığımız Mekke’nin Fethi gibi, diğer tüm fetihlerin de belli bir önem-öncelik sıralaması ile kültür, sanat, edebiyat, medya gibi araçlarla daha etkili, daha kalıcı ve daha yaygın biçimde gündeme getirilmesi için herhalde kendimize ‘bugün ne yaptım(k)?’ diye sormak şarttır.

     

    Bununla birlikte her hidayete erme misilli, vaktinde gereği gibi eda edilen bütün salih amellerin de aynı zamanda birey ve toplum için bir fetih olduğu şuurunun da “Konstantiniyye mutlaka fetholunacaktır..”

     

    (Müsned 4/335) tebşir-i nebevîsindeki ulvî hedef için pusula olduğu da hakikattir.

     

    Bu şuur aktif olduğunda, Hz. Ayşe validemizin şu tespiti daha iyi anlaşılmış olacaktır: “Bütün şehirler kılıçla fethedildi ancak Medîne, Kur’anla fetholundu.” (İbn-u Neccar, Dürret-üs Semine fi tarih-il Medine 45)

     

    Maalesef, ilâ-yı kelimetullah’ın, cihadın cihanın aktarına Kur’anın sancağını dikme sevdası olduğunu unuttuğumuzda Esma-i İlahiye’nin tecellileri olan maddi ilimlerdeki incelikleri başkasının uhdesine bıraktık.

     

    Ve nihayet iki asır önce -ba’de harab’il Basra- ‘İbn-i Haldun’un asabiyeden kastı neydi?’, ‘uygarlık mı diyelim’ diye yıkılan dünyamızın altında fetih tespihinin dağılmış tanelerini aramaya başladık. Ve hâlâ bulamadığımız taneler var.

     

    Mesela inovasyon, creative düşünce, strateji gibi kavramların karşılığını bulamadık. Himmet kelimesinin model örneklerini hâlâ arıyoruz sanki. Makâsıd dedik ama henüz Mâtürîdî(rh) basamağını aşamadık. Medeniyet için Nursi, Meriç, Şeriati, Aliya ve diğerleri ile güncelleme yapmaya çalışıyoruz ancak tasavvurumuzun ısısı düş görmemize yetmiyor.

     

    Kudüs için gülmeyi kendimize yasak edecek gayreti elde etmek için birçok çarkın arkada muazzam biçimde dönmesi gerekiyordu ki, el Fettah’ın arşı titreyip açılsın.

     

    İslamın şartı olan ve daha çok bireye borç olan ibadetler dışında her söz, hal ve davranışta olduğu gibi fetih için de ne/kim adına sorusunun tatmin edici biçimde de cevaplanması gerekirdi ki yuvarlak kelimelerin statik elektriği ile yürümeye çalışmayalım.

     

    Bugün Diyarbakır’ın fethi ile en fazla örtüşüp yakışan suret, Mevlid etkinlikleriyle yüzbinlerin meydanlarda sergilediği manzaradır. Ancak bu suretin ötesine geçip aynı kalabalıklarla fethin ashabına layık bir küllî iman, ahlak ve muamelat disipliniyle arınarak üretip, biraraya gelerek ilahi nusretin merdivenine çıkmak da icap eder.

     

    Son seçimlerin ardından İstanbul için de, mersiye okumayı bırakıp “yürü sen hâlâ ne diye oyunda oynaştasın” modunda bir muhasabe yolculuğuna çıkmalı.

     

    Çünkü Fetih, günde beş vakit değil her nefes kılınır. Yılda bir ay değil, her kalp atışında tutulur. Malın kırkta biriyle değil, ömrün yekünüyle verilir. Ve sadece Arafat’tan Mina’ya değil beşikten mezara kadar yürünerek eda edilir.

     

    Her kelime-i şehadetin lisanı da fetihcedir ancak biz gönülleri fethederken Hayber’i ihmal etmeyen rahmet ve kılıç peygamberinin(sav) ümmetiyiz.

     

    Fatiha’dan Fetih suresine kadar olan mesafeyi öyle yakînî bir imanla aşınca Medine’den 2 bin kilometre uzaktaki Diyarbakır, İyaz b Ganem’lere evin arkası kadar, yahut 3 bin kilometredeki İstanbul, Eyyub Sultan’lara avlunun girişi kadar yakın gözükmüştür.

     

    El’an yaşadığımız devirde, buradan oraya diye bir şey kalmadı, uzak dediğimiz şeyin tam karşılığı tıpkı Kur’an’da geçtiği gibi oldu: “heyhat”

     

    Sadece İstanbul da değil aslında arzın güneş değen her noktası bir şekilde fetihten nasibini alacaktır. Mesele bizim elimizin nerede ve nasıl kaldığıdır: üstte mi altta mı, açık mı kapalı mı, sıkılı mı gevşek mi, aktif mi paslı mı..?

     

    Nefsimize, ‘fetih için yaz ve söyle’ deyin ce, tarihten kırık dökük nostaljiden başka bir şey akmayacağını bilmek şevkimizi kırmasın, dedik ya, dünün fetihlerini ve fatihlerini anmakla işe başlanırsa öğleye doğru nice vadiler aşarız.

     

    Fethiniz, fethimiz makbul, mübarek ve vaki olsun.

    KÖŞE YAZARI
    BİYOGRAFİ