Hatırlanacağı
üzere bir süre önce İstanbul Şehir Üniversitesi’nin tüm varlıklarına tedbir
konulmuş, ardından önce üniversiteye sonra da üniversitenin bağlı olduğu Bilim
ve Sanat Vakfı’na kayyım atanmıştı. Ülkenin, özellikle de İslami camianın en
prestijli ve nitelikli iki kurumunu hedef alan bu işlemlerin hukuken ve ahlaken
meşruiyeti problemli iken şimdi de üniversiteyi kapatmanın önünü açacak
düzenlemenin Meclis Komisyonu’nda kabul edildiği gündemimizde. Yasa teklifi,
bir üniversitenin tamamen kapatılabilmesi için kurucu vakfa kayyım atanması halinde
bile tek yetkili organ olan vakıf mütevelli heyetinden yetkiyi alıp YÖK’e
devretmeyi içeriyor. TBMM Mili Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’ndan
geçen ve YÖK Kanunu’nun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasını öngören yasa
teklifi adını doğrudan anmasa da Şehir Üniversitesi’ni hedef aldığı açık.
Nitekim Komisyon görüşmelerinde muhalefet partilerinin temsilcileri de bu
duruma işaret ettiler.
Şehir
Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Ömer Dinçer’in de belirttiği üzere
gerçekten de Şehir Üniversite’ni hedef alan bu yasa teklifi keşke bunu açıkça
ilan etmiş olsa. Açıkça ilan ettiğinde hiç olmazsa bu yanlış düzenlemenin Şehir
Üniversitesi’yle sınırlı olacağını düşünebilirdik. Ancak bu haliyle yasa
teklifi doğrudan yüksek öğretim sistemimizi, vakıf üniversitelerini, sivil
toplumu, devlet-toplum ilişkisini ve niteliğini olumsuz etkileyen bir durum
yaratıyor. O halde her haliyle problemli olan bu sürecin değerlendirilmesinde
fayda var. Belirtildiği üzere üniversiteye ve vakfa kayyım atanması başlı başına
problemliyken küresel bir krizle boğuştuğumuz şu günlerde böyle bir girişimin
ülke gündeminde olması skandaldır. Zamanlaması, usülü ve içeriği apaçık yanlış
olan bu uygulamayı Türkiye ciddiyetle tartışmalıdır. Bu tartışma teknik,
prosedürel bir mevzuat tartışması değildir. Bu mesele, Türkiye’de devletin
işleyişi, devlet-toplum ilişkisi, sivil toplumun varlığı ve güvenliği gibi pek
çok alanı ilgilendiren hayati bir meseledir.
Açık
konuşmak gerekirse bu meseleyi tartışmak da ‘Kral çıplak!’ diyebilmekle ilgili.
Neden? Türkiye’de çok uzun yıllar, sorunları konuşmak fiili olarak yasaklandığı
için anlamlı bir muhalefet, anlamlı bir kamusal aktör olmak için gereken şey
cesaretti. Resmi hakikat düzeninin tarif ettiği şeyin doğru olmadığını söylemek
başlı başına birşeydi. Lakin uzun bir zamanın, zorlu bir mücadelenin ardından
doğru olanın nasıl olması gerektiği ve uygulamaya nasıl geçirileceği noktasında
cesaretin ötesinde daha sofistike bir siyaset isteyen döneme eriştiğimizde
bunun gereklerini karşılamak yerine eskinin çözülüşünü yeni için yeterli gören
bir konformizmi tercih ettik. Konformist dönemdeki atalet, iç ve dış
gelişmelerin de yönlendirmesiyle çözülen eskinin tarz ve zihniyet olarak daha
güçlü dönmesi için bir hazırlık dönemi vazifesi gördü adeta. Bugün Şehir
Üniversitesi dolayımında yaşadıklarımızın bize ihtiyaç duyduğumuz temel şeyin
yine cesaret olduğunu gösteriyor olması bunun önemli bir kanıtı. Bu tip
dönemlerde mesele yanlışlığı ve kötülüğü apaçık olan şeyin yanlış ve kötü
olduğunu söylemek oluyor mücadele.
Bu
tarz bir muameleyi ve ilişkiyi meşru göstermek alenen seviye yitimine rıza
göstermektir. Ülke adına, hepimiz adına hele hele sorumlu/yetkili olanlar adına
ne ilkesel ne ahlaki açıdan savunulması mümkün olmayan ibretlik uygulamalar
hayata geçiriliyor. Yapılan uygulamaları bırakın savunmayı eleştirmenin bile
haysiyet kırıcı olduğu, seviye yitimi anlamına geldiği bu iş ve işlemlere
muhatap olmak utanç vericidir.
Siyasal
hesaplaşmaların ne tür bilinmez maceralara bizi sürüklediği şeklinde öznesi ve
konusu belli olmayan ağlak dil yerine ülkenin, toplumun ilkesel ve ahlaki
seviyesini muhafaza ve müdafaa etmek gibi acil bir mevzu önümüzdedir. Ahlaki ve
ilkesel standartları adalet, özgürlük ve ötekinin varlığını, meşruiyetini ve
rızasını gözeten bir dil temelinde dillendirmek ve uygulamaları takip etmek
varoluşsal bir sorumluluktur. Kötülüğün sıradanlaşmasına, keyfiliğin alan
genişletmesine gerçekliği muhal bir takım siyasi mülahazalar üzerinden onay
vermek bugünü ifsad etmek, ülkeyi anlamlı bir gelecekten mahrum bırakmaktır.
Ülkenin ve toplumun varlığını anlamlandıran ve mümkün kılan şey bir takım
ideolojik ve baskı araçlarının günün reel politik gereksinimleri doğrultusunda
operasyonel şekilde kullanılması değil ahlakın, adaletin, özgürlüğün titizlikle
korunması ve kollanmasıdır. Alev Alatlı’nın alkışlanan konuşmasında belirttiği
üzere ‘bu yüzyılın en önemli meselesi yasal olan ile helal olanı
örtüştürmektir. Çünkü her yasal hak, helal değildir.” ve bu düzenleme
vesilesiyle sınandığımız yer de bu yasal ile helal olanın apayrı yerlere düşmüş
olması gerçeğidir.