Açıklanan resmi istatistik veriler, hali hazırda
memleketin en büyük reel sorunlarından birinin de işsizlik olduğunu gösteriyor.
İşsiz sayısı, bu yılın Eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 817 bin kişi artarak 4 milyon 566 bin kişi olmuş ki, bu sonuçlar da 2,4 puanlık artış ile yüzde 13,8 seviyesine tekabül ediyor. Ve rakamlar 24 yaşına kadar olan işsizlikteki artışın da iki kat fazla olduğunu söylüyor.
Dört buçuk milyon işsiz demek; yoksulluk, gerginlik, huzursuzluk, karamsarlık, duyarsızlık, tutarsızlık, güven bunalımı ve dağınık ruh hali demek.
Artı bu yüksek oranlar, kumar, sigara, sosyal medya ve zararlı madde gibi bağımlılıklara davetiye çıkarmak demek.
“Aslında iş var ama herkes memurluk peşinde ve masa başı işle yüksek maaş istiyor” gibi palyatif bile olmayan irrite edici yorumlar yerine acil eylem planları açıklanmalı değil mi?
Keşke sabır telkin edilen kitleler, borcunu isteyen adama; avludaki iki kuzuyu ve çalılığı göstererek, ‘şu gördüğün kuzular büyüyecek, çoğalacaklar, yünleri, çalılara takılacak, hanım o yünlerden ip eğirip kazak örecek, satıp borcunu ödeyeceğim’ dediğinde gülümseyen muhatabına, ‘peşin parayı gördün, nasıl da gülüyorsun’ cevabını veren Nasrettin Hoca fıkralarıyla teselli olsaydı.
İşsizlik oranlarının böyle yüksek seyretmesi sadece gelecekle ilgili umutsuz ve yıkıcı kaygıları beslemiyor, aynı zamanda; izansız, insafsız, iyi niyetsiz olanların elinde çok elverişli bir malzemeye dönüşüyor ve “nereye giderlerse gitsinler, Suriyelileri istemiyoruz” diye gürültü yapıyorlar.
Harici ve dahili ekonomik saldırıların, olumsuz sonuçları diye sıralanan gerekçeler ne zamana kadar inandırıcı ve makul bulunabilir hangi vakte ve sınıra kadar tolere edilebilir? ‘Türkiye’nin Libya ile anlaşması ve Akdeniz’de egemenlik gibi kritik bir var oluş mücadelesi ve devasa vizyon oluşturma durumu varken, derdiniz işsizlik mi?’ denilebilir.
Tamam da ortada ilan edilmiş fiili savaş hâli yok ve ivedilikle müdahale edilmesi gereken ciddi ve yaygın bir vaka var.
Kaldı ki yüzde on beşlik moral motivasyonu azalmış işsizlerin, öncelikleri herhalde Türkiye’nin büyük resminden ziyade kendi küçük dünyalarında bozulan puzzleları olacaktır.
Faizlerin indirilmesi gibi üretimi ve istihdamı olumlu etkileyecek politikaların illa ki işsizliği düşürmesi beklenir. Ancak mevzu çok hassas bir noktada ve beklentilerle ilgili büyüyen hayal kırıklığı, her türlü kırılmayı tetikliyor.
Öte yandan yüzde 30’ları buldu denilerek övünülen kadın istihdamının işsizliğe etkisi de konuşulmalı.
Yine her şehre üniversite açarken yedi buçuk milyon öğrenciyi ikide bir ‘üniversite, herkese iş kapısı açacak diye bir şey yok’ türünden belirsizlikle müjdelemek yerine, bu alanın da gençliği heba olmaktan kurtaracak sağlıklı bir zemine oturtulması şart.
On iki yıllık zorunlu eğitimin, yeteneklere göre yönlendirme işlevinin neredeyse sıfır olması, bunun yerine devlette çalışanla özelde çalışan arasındaki gelir farkının yol açtığı fiziki gerçekliğe yaslanan mezunların adeta sınav için yaşayan canlılara dönüştürülmesi de işsizlikle birlikte ele alınması gereken başka bir dram.