Bundan on yıl önce mescitlerde namaz kılmak için yer bulunamazken bugün namaz kılmak adına bir namaz safının dolmaması, gerçekten acı bir tablo. Daha önce kerpiçli, sobalı evlerde abdest alınıp sabah namazı hatta gece namazı kılınırken bugün doğal gazlı, sürekli sıcak suyu akan evlerde bırakın gece namazını sabah namazının kılınmaması ayrı bir tablo.
Daha önceki evlerde daha çok kitap okunurken, daha çok ders çalışılırken, ailelerin mutluluğu ve huzuru yerindeyken bugün neden tersiyle karşılaşıyoruz? O zaman şunu diyebilir miyiz? Ya bizler zorluğu görünce samimi oluyoruz ya da verilen nimetleri gözden kaçırıp şükür etmiyoruz.
Verilerden yola çıktığımızda az parayla rahat geçinebilirken çok parayla geçinemiyoruz, normal evlerde mutluyken lüks evlerde mutlu olamıyoruz; fakir insanlarla daha rahat, daha tatlı sohbet edebilirken zenginlerin sohbeti, yemeği bizi sarmıyor. Aklımıza şöyle bir şey gelebilir, zorluk bize iyiydi, keşke eski günler geri gelseydi. Keşke Allah bize vermeseydi, fakir kalsaydık. Ben şahsen öyle düşünmüyorum.
Bütün bu örneklerden yola çıktığımda bir büyüğümüzün şu sözü aklıma geliyor: “Hasan’ım yaşamak da bir sanattır.’’ Demek ki bizler yaşamayı bilmiyoruz, teşekkür etmeyi bilmiyoruz. Allah sana vermiş zor şartlarda yapabilirken daha rahat ortamda yapamıyorsak bizim düşüncemizle, ufkumuzla, samimiyetimizle alakalı bir durumdur.
Samimiyetten bahsederken yıllar önce öğretmenlerimizle öğrencilerimizin evlerini ziyaret ediyorduk. Nasıl ders çalışıyorlar, ev ortamları nasıl diye.
Hiç unutmam bir öğrencimizin evine gitmiştik. Maddi durumları çok iyi olmamasına rağmen bizlere bir çay, bir börek getirdiler. O kadar lezzetliydi hala öğretmen arkadaşlar, şu an öğretmen olan öğrencimizi gördüklerinde o börekleri ne kadar güzel ve lezzetliydi diye muhabbet ederler. Demek ki insan fakir de zengin de olsa samimiyse her türlü davranış biçimi insanı mutlu eder.
Avustralya’nın bir kasabasında yaşayan mutlu insanlar üzerinde bir araştırma yapılıyor. Bilim insanları güzel bir meyve sepeti hazırlar ve bir ağacın altına bırakırlar. Okulda topladıkları öğrencileri ağaca yakın bir mesafeye getirirler ve çocuklara haydi çocuklar kim koşarak en önde ağaca varırsa o sepetteki tüm meyveler onun olur. Çocuklar önce birbirine şöyle bir bakarlar tatlı bir tebessümden sonra el ele tutuşarak hep beraber koşarak ağaca birlikte ulaşırlar. Ve sepetteki meyveleri bireyci bir yaklaşımdan ziyade beraber yemenin mutluluğunu yaşarlar.
Bilim insanları anlarlar ki mutluluğun kaynağı bireyci yaklaşımdan ziyade adilce paylaşmaktan geçer.
Mekke’de o zor şartlarda İslamiyet’i yayma aşkıyla mücadele eden Sahabe-i Kiram ve örneklik teşkil eden Efendimiz (a.s) memleketlerinden çıkarılıp Medine’ye hicret ettikleri zaman Medine’deki Ensar kardeşleri her şeylerini paylaşmamışlar mıydı?
Demek ki bugün yaşadığımız mutsuzluk sorunu ne eski günlerin olmayışı ne ekonomik durum ne de yaşadığımız hastalıklardır. Bugün yaşadığımız sorun Muhacir ve Ensar kardeşliğinden yoksunluktur. Kim bu kültürü iyi anlayıp yaşarsa mutluluk kendiliğinden gelecektir. Kim ki tek başına koşup meyveleri yemeye çalışırsa anlık mutluluğu yakalayabilir fakat genel mutluluğu kaybedecektir.
Selam ve dua ile…