Advert
as

İmanın Muhafazası-2

  • 2019-10-07 12:38:29
  • 1726 Görüntülenme
  • Deist olduğunu söyleyen şahıs, ilk başta siz Gılgamış Kitabı okudunuz mu? diye sordu. Daha en başında bir kaynak fetişizmi ile söze başlayınca iyi niyet ve ciddiyetten yoksun olduğunu ifşa etti. 

    Eh o halde niye böyle birini kaale alıp bir de şu köşeye taşımış gibi yapıyoruz? 

    Bir kıymet atfettiğimiz için değil veya bir deistin hezeyanlarına cevap yazmak için de değil. Kaldı ki, memlekette birilerinin abarttığı gibi öyle ciddi oranda bir deizm salgını da yoktur. 

    Bu ülkede ismi konmamış bir dine lakaytlaşma sorunu vardır. Yukarda numune olarak bahsettiğimiz kişi bir mümessildir. 

    Kimleri veya neyi temsil ediyor? Hakka isyan şehvetleriyle şöhret bulan ve sanatta, akademide, fikirde, siyasette, bürokraside, sermayede kısaca kadrajın her tarafına yayılmış insan siluetli seküler canlı türünü temsil ediyor. 

    Zahiren, bu memleketin çocuğu gibiler ama hakikatte İslama düşmanlıkta en keskin olan merkezlerin gönüllü lejyonerliğini yapıyorlar. Mevcut rejimin “laik” ve “menfî milliyet” kodları onlar için muazzam bir fırsat sunuyor. Kendisine herhangi bir şekilde dokunanın yandığı Kemalizm, devasa bir imkan bahşediyor. Bunların yanında bir de, daha çok kazanmayı, daha fazla tüketmeyi, daha hızlı yaşamayı ve gereksiz bilgilerle daha fazla donanmayı öngören modern yaşamın avantajlarını kullanıyorlar. 

    Çocuğun, anne babasına karşı kendi öznelliğini ispat etme çağı olan ergenlik dönemini popüler kültürle aşılıyorlar. Onu, adeta dört taraftan ağlarla kuşatıyorlar. Göze, kulağa ve duygulara hitap eden estetiğin zaten iradeyi donduran bir işlevi var. Her alanda artırılmış olan lezzetleri ucuzlaştırıyorlar ardından silinen aidiyetlerin yerine özentileri yerleştiriyorlar. 

    Evvela, ‘ne var bunda?’, ‘ne olmuş yani?’ gibi itiraz kalıplarıyla kurbanlarını, kendini ispatlama mücadelesi veren bir kahraman rolüne büründürürken gündelik hayatın bütün ekranlarında izlettikleri güç ve özgürlük filminin içine çekiyorlar. 

    Karşı cinsle buluşturup eğlendirmek eskiden beri en kolay yöntem olduğu için buna engel olanı; bilimin, konforun, realitenin, ortak aklın ve meşruiyetin düşmanı ilan ediyorlar. 

    Sonra, ‘zihnine kazınan ışıltılı yaşamı; bedeninde, hal ve hareketlerinde ne kadar dekore ederse o kadar bağımsız bir özgüvenle var olacağı’ fikrini enjekte ediyorlar. 

    Ve Üstad’ın dediği gibi günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler -neûzu billâh- mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeliyor ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyor. Ve maatteessüf biz kendi işimize bakarken onlar, bir cephede daha kazanmış oluyorlar. 

    Günün sonunda boşalan, sadece beş vakit camiler olmuyor, medreseler, kardeş meclisleri, akraba muhabbetleri, gönüllü faaliyetler de bundan nasibini alıyor. Maalesef, anne babanın çocuğuna yönelik sevgi, merhamet, şefkat, sahiplenme, anlama ve dinleme gibi hayatî aygıtları da düzgün çalışmadığında, ortaya namazsız, duasız, dertsiz, idealsiz, duyarsız, izansız evlatlar çıkıyor. 

    Evet, o mezkur şahsın Gılgamış’a destan değil de neden kitap dediği açıktı. Çünkü destan, mitoloji, efsane ve öykü içerdiği için masalımsı iken, kitap deyince güya ciddi oluyordu. Kendince, reddetmekle kalmayıp, bir de açıktan cephe aldığı İlâhi Kitap’lara Gılgamış’la nazire yapıyordu.

    Zavallı! buradan öyle bir saldırıyordu ki Hakka, hakikate, kendine, geleceğine, aklına, varlığa..

    Yuvarlansın o, gelecek yazıya kadar inşallah…

     

    KÖŞE YAZARI
    BİYOGRAFİ