Tarih annelerin fedakârlığı, evlatlarına olan sevgisine
çokça şahitlik etmektedir. Bu sevgi ve fedakârlığı anlatan birçok söz, anlatı
ve misal vardır:
“Cennet anaların ayakları altındadır.” (Hadis),
“Kadınlar zayıf, analar ise güçlüdür.” (Victor Hugo),
“Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar.” (Atasözü)
Ana, dünyanın her yerinde anadır. Onun için evladı, evladının sıhhati, istirahati, geleceği her şeyden önce ve önemlidir. Bir ana, evladı için gerekirse uykusundan, rahatından, yeme içmesinden vazgeçer, vazgeçmeye hazırdır. Bir tavuğun yavrusu için bir aslana saldırmayı göze alması bu fedakârlığın en belirgin örneklerindendir. Çünkü o evlat onun, kanından, canından ve özündendir. Analar, evlatları için fedakârlık ve sevgide âmâsız, fakatsız, içten pazarlıksızdır. Bundan dolayıdır ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhi selam evladın hizmette öncelik sıralamasında üç kez anneyi ardından babayı zikretmesi bundandır.
Bugünlerde en çok konuşulan konulardan biri Diyarbakır’da HDP il binası önünde ‘Evladımı istiyorum!’ diyen anneler ve onların tavizsiz duruşudur. Bu anaların evlatları kirli bir savaş uğruna, süslü ama yalan vaatler adına kandırılan, aldatılan veya zorla yuvasından koparılan evlatlardır.
Marksist bir ideoloji, ahlaksız bir kurgu ‘Kürt hakkı, Kürdistan, özgürlük ve benzeri’ kılıflara büründü. Yüzyılı aşkın bir inkâr, asimilasyon ve zulmün şahidi veya aktarıcısı olanlar da ister istemez bu masalımsı yalanın cazibesine kapıldı. Hacire Ana, bu masalımsı yalanı boşa çıkardı ve ‘kral çıplaktır’ edasıyla HDPKK’ye karşı tek başına bir direniş başlattı. Ve evladını Kürtlerin Dahhak’ına dönüşün örgütün elinden aldı ve onun başlattığı direniş kartopu misali yuvarlana yuvarlana bir çığa dönüştü. HDP İl binası önünde başlayan annelerin bu meşru ve haklı bekleyişi ikinci haftasını doldurdu.
Bu annelerin siması, sözleri, duruşları bir coğrafyanın kaderini resmetmektedir. Bu coğrafya tüm masumluğu, mazlumluğu, horlanmışlığı ve aldatılmışlığı ile bu anaların çehresinde izlenmektedir. Bu kader sadece bu anaların simasından mı okunmalıdır? Hayır!
İki zulmün arasında kalan bir coğrafyanın tüm anaları bu acıyı, insafsızlığı, sancıyı iliklerine kadar yaşamış yaşıyor. Doğusundan Batısına, Kuzeyinden Güneyine kadar ateş düşen bir coğrafyadır kastımız. Her karış toprağı anaların gözyaşları, hasretleri; evlatların cesetleri ile dolan bir coğrafyadır kastımız.
‘Yusufi anneler, Cumartesi anneleri, Şehit anneleri ve evladının yolunu bekleyen her anne…’ Adı ne olursa olsun, her anne bir yürektir, bir fedakârlık timsalidir, evladı kendisi için dünyanın en güzeli, en tatlısıdır. Yasin Börü gibi masumların kanına girecek kadar insanlıktan yoksun vahşi kadınlar ‘analık’ makamının gölgesinde bile gezinemez.
Hiçbir anne evladının yanlış, eksik, hatalı, kirli, ahlaksız ve rezil olarak nitelenecek bir iş yapmasını ve yola düşmesini istemez. Ama evlattır, düştüğü yerden de onu almamak; onun elinden tutmamak, onu beşer canavarların kanlı dişleri arasından koparmamak ona züldür, zordur ve yakışmaz da!
Yüreği yanık, gözü yaşlı, bir şekilde evladından koparılmış analar üzerinden tarafgir bir siyaset doğru değildir. Bazı analar, evlat mücadelesi sebebiyle itilip kakılıyor; bazıları ise el üstünde tutuluyorsa bu yanlıştır. Amaç, insanı korumak, insanı kurtarmak ve insanlara adil davranmaksa haklı olan her ana tarafı ne olursa olsun görülmeli, desteklenmeli ve evladına kavuşturulmalıdır.