Sırf Nebevî ikaza riayet ederek felaket tellallığından
sakınalım diye susuyoruz, yutkunuyoruz. Ancak imanın üzerindeki ümit kristalini
çizmeden en hafif vurguyla söyleyelim: “Aile alarm veriyor.”
Artık neredeyse her gün bir geçimsizlik öyküsü dinliyoruz. Çaresizliğin verdiği ruh hali ile ve bir tavsiye, bir teselli, bir çözüm anahtarı bulma umuduyla telefona sarılıp utana utana derdini dökenlerin haddi hesabı yok.
Şimdi, şaşkınlığımızın düşürdüğü endişeler yumağını çözmeye çalışırken dilimizden dökülen ‘ne oluyor bize?’ sorusuyla uyanmaya çalışıyoruz. Oysa üzerine titrediğimiz kızımızı, oğlumuzu, büyütürken birçok hususa dikkat etmiştik.
Eyvallah, imtihan sırrının keskinliği, ‘nerede hata yapıyoruz’ sorusunun cevabından daha şümullüdür. Fakat “başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder.” (Şura 30) ve “sana ne kötülük dokunursa kendindendir” (Nisa 79) gibi ayetler, nazarımızı sürekli teklif/sorumluluk ve muhasebe hattına çekiyor.
Velev ki sonuna kadar haklı olsak bile, sürekli birilerini suçlama kolaycılığıyla teselli olmayışımız bir yana dertlerimize derman da bulamıyoruz.
Oturup sabahtan akşama kadar sayalım: “Bre devletlüler! Yanlış politikalarınız, batıl patentli adımlarınız, alıntı yasalarınız, bozup düzeltmediğiniz ayarlar, ehliyetsiz ve liyakatsiz memurlarınız, umursamazlığınız ve işte bozup dağıttığınız daha şunlar şunlar yüzünden mahkemeler yüzbinlerce boşanma davasıyla meşgul, kalpler kırık, çocuklar perişan, hanelerde tüten ocaklar sönmüş, onların yerine yığınla kül var!!”
Sahiden bu hamasi nutuklar dağılan yuvaları toparlayacaksa, makamına, yerine ve lüzumuna bakmadan içine bolca tarih, tespit, istatistik, örnek ve kıyas doldurarak söyleyip duralım. Meselenin bütünlüğü içerisinde sorunu halletme mücadelesinin elbette ki farklı boyutları vardır. Yönetenleri uyarmak da ehli için bir vazifedir. Lakin canımızdan parçalarla yüklü gemi batarken en acil olana odaklanmak yerine geminin sahibini, ustasını, kaptanını, işçisini konuşmak ne kadar da beyhudedir.
Öncelikle “ben nerede hata yapıyorum?” sorusunu kendimize sormadıkça, “ey gelinin annesi, güya onun iyiliğini düşünerek evlendirdiğin kızını bu kadar doldurur, sürekli kulağına bir şeyler üfler, taktik verirsen olacağı bu” demenin bir faydası yok.
Gerçekten “acaba hangi konularda ihmalkarlık yapıyorum” diye kendimizi adam akıllı hesaba çekmedikçe, “ey filanın oğlu, bu yaptığın sana yakışıyor mu, babandan da mı utanmıyorsun, bak o kadar da okumuşsun, dinlemişsin, meğer sadece bir hayal kırıklığı imişsin..” diye yakınmanın çok da karşılığı yok.
Necip fazıl Merhumun hoş bir deyişi var:
“Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...”
Çok daha fazla çabaya, gayrete, emeğe, koşturmaya, sahiplenmeye, kafa yormaya, ızdırap duymaya, dertleşmeye, dinlemeye, aramaya, anlamaya, anlamlandırmaya, omuzlamaya, tahammüle, görmezden gelmeye ihtiyacımız var. Marifet bu, gerisi çelik çomak.
“Nasıl olsa birileri onu soruyor, onunla ilgileniyor, onunla vakit geçiriyor, onunla sohbet ediyor, onun frekansına girip devrelerine göre enerji veriyor” dediğimiz gün, bir gemiyi daha çılgın fırtınalara uğurlamış oluyoruz.
“O da şöyle olsaydı böyle yapmasaydı” derken kullanma zahmetine girmediğimiz sabır, saygı, samimiyet, sadakat, saygı, sevgi, hizmet davranışları, fedakârlık, tevazu, vefa, ihsan, ikram, af, müsamaha, idare etme gibi nice ahlak ve fazilet aletlerini paslandırmış oluyoruz.
Şimdi seferberlik zamanı. Aramızı bozmaya çalışan şeytana karşı, sürekli kendini haklı, başkasını hatalı gören nefsimizin heva ve hevesine karşı savaşı harlama vakti. Emanetlerimize sarılma vakti. “Nereden geldim, nereye gidiyorum, beni dünyaya gönderen benden ne istiyor” gibi soruların kılavuzluğunda, hiç doğru yoldan ayrılmadan dua ve istiğfar vakti.
Rabbim istikametten ayırmasın.