Advert
as

Eğitim Topluma Karşı Bir Direnç Olmaktan Nasıl Çıkar

  • ABDULBAKİ DEĞER
  • 2019-05-30 16:00:18
  • 2293 Görüntülenme
  • Disiplinler üstü ve bütünleşik yaklaşımla derslerin birleştirilerek sayılarının azaltılmasını, Kariyer Ofislerinin kurularak bir anlamda Mesleki Rehberlik çalışmalarının özerk hale getirilmesini, 12. Sınıfın ders sayılarının azaltılıp destek çalışmalarına yer verilmesini ve seçmeli ders imkânlarının arttırılmasının imkan ve açmazlarında değinmiştik. Kaldığımız yerden yeni ortaöğretim sistemini değerlendirmeye devam edelim: 

     

    Bilgi Kuramı dersi getiriliyor. Doğrudan Bilgi Felsefesini (Epistemoloji) çağrıştıran bu ders ile sistemimizin eleştirel düşünme, analitik düşünme vs. gibi yüzyıllık özlemlerine, klişelerine seslenilmiş. Bu tarz derslerin çok önemli olduğu açık. Ancak bahsedilen özlemimize, klişemize dönük daha önce de çok güzel dersler koyduk. Yenisinin neden fark yaratacağını ya da sadece böyle bir ders olduğu için fark yaratacağını düşünmek en yalın ifadeyle aşırı iyimserlik olur.

     

    Tasarım, beceri atölyelerinde öğrencilerin yeteneği ölçüleceği söyleniyor. Yukarıda portfolyo çalışmalarına ilişkin dile geldiği üzere bu tarz düzenlemeler ancak sistemle entegre bir şeye dönüştürülürse anlamlı olabilir. Yoksa tasarım-beceri atölyelerinde yani sportif, sanatsal çalışmalar okullarımızda yeni yapılmıyor. Daha önce de Beden, Resim vs. gibi derslerle öğrencilere hitap ettik. Ancak bu derslerin sistem içindeki konumlanışı, sınav sisteminde daha doğrusu kademeler arası geçişte herhangi bir anlam taşımaması onları sistemimizin eğlenceli ama ‘boş’ derslerine çevirmişti. Yeni sistemin vaziyetini biraz da bu alanlarda ne tür düzenlemeler yapacağı belirleyecektir. Ancak yeri gelmişken MEB’in HEY (Hayal, Etkinlik, Yaşam) olarak formüle ettiği düzenlemeyle ilgili şu hususların altını çizelim. MEB yeni sistemin temel özelliklerinden birisini ‘bütünleşik’ olma olarak ileri sürüyor. Oysa bütünleşiklik sadece MEB’in uygulayacağı derslerde gözetilecek bir şey olamaz, olmamalı. Bütünleşiklik hayatla ilgili. Yani eğitim MEB’in mahreminde olan kapalı bir etkinlikten ziyade ülke sathında yürütülen canlı bir şey. Dolayısıyla HEY’in daha çok MEB’in, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve şüphesiz yerel yönetimlerin ortaklığında yürütülmesi daha sahici, daha kuşatıcı ve daha işlevsel olacağı izahtan varestedir. Gençlik Merkezleri, Kültür Merkezleri, Spor Komplekslerini gerektiren bu durum sadece ciddi yatırımı gerektirmiyor aynı zamanda bu yatırımlara erişimi mümkün kılacak şekilde olmasını gerektiriyor. Bu husus MEB’in 12. Sınıf için dile getirdiği ve çok da önemli gördüğüm Proje ve Sertifika çalışmaları ile de rahatlıkla ilişkilendirilebilir. O yüzden işin bu kısmı MEB’in teknik düzenlemesinden hayatın yeniden organize edilmesiyle ilintili.

     

    Yukarıda maddeler halinde değerlendirdiğim yeni sistem tekrar altını çizelim 2019 Türkiye’sinin imkân(sızlık)ları içinde dile geliyor. El Medinetü’l Fazıla için sistem arayışında değiliz. O yüzden özetlediğim maddelere ilişkin 2019 gerçekliğine, elimizdeki araçların mahiyetine ilişkin de birkaç hususu paylaşmayı zaruri görüyorum. Çok önemsediğim ve eğitim bahsinde hayati konu olarak gördüğüm eğitimin zorunluluğu kısmı, kitleselliği sorun edilmemiş. Bunlar muhafaza edilerek yarattıkları sonuçlarla mücadele seçilmiş: Seçmeli dersler, portfolyo çalışmaları, kariyer profili vs. Bağlantılı olarak MEB’deki başarısızlığımızın nedenini çoğunlukla ürettiğimiz çözüm olduğunu sanıyoruz. O yüzden eski çözümün yerine yeni bir çözüm arıyoruz.  Oysa eğitimdeki bu temel tespit taammüden çok önemli şeyleri görmezden geliyor. Biz makul, meşru ve işlevsel bir çözüm mü arıyoruz yoksa elimizdeki düzeneği sarsmayacak, onu tahkim edecek bir çözüm mü arıyoruz? Temel sıkıntı burada! Çözüm sistematiği bu şekilde kaldığı müddetçe yani eğitimi mümkün kılan ve yürüten yapıya dokunmadan götürmek derdinde isek o zaman çözümümüz ne olursa olsun başarımızın son derece sınırlı olacağını görmek durumundayız. Zaten tarihsel bir okuma eğitim bahsinde sanılanın aksine hep arayış içerisinde olduğumuzu gösterecektir. Üstelik son derece samimi bir arayış bu! Zamanın, emeğin, sermayenin ayrıldığı, sürekliliği olan bir arayış! Lakin mesele, yukarıda belirttiğim gibi, bir formu muhafaza ederseniz, o formun içerisinde yer aldığı toplumsal bağlamı -ki o bağlam anayasadan mevzuata, devlet toplum ilişkisinden bürokratik işleyişe, siyasal kültürden toplumsal ilişkilerin cereyan ettiği iklime- tartışma dışı kılarak sorunu teknik bir düzenlemeye indirgersek -ki indirgiyoruz- o zaman bir sonuç üretmemiz mümkün olmuyor. Örneğin yüzlerce kez değiştirilen ‘Kamu İhale Yasası’ nasıl ekonomik işleyişimize ilişkin anlamlı ve sarsıcı bir gösterge ise aynı şekilde son dönemlerde takvimi birkaç kez değiştirilen ‘MEB Yönetici Atama Takvimi’ de aynı şekilde eğitim sisteminin bütününe ilişkin anlamlı ve sarsıcı gösterge hüviyetindedir.

     

    Sayın bakanın belirttiği gibi birbirini bütünleyen politikalarımızın olması icap ediyor. Ancak birbirini bütünleyen politikalar MEB’in içiyle mukayyet olamaz. Toplumsal hayatın bütünüyle ilgili olmak durumunda. Örneğin temel eğitim faslımız ile yeni sistemin entegrasyonu henüz yok. İkincisi öğretmen eğitimlerinin nasıl olacağı belli değil ve daha da önemlisi çözüm olarak ileri sürülen hizmeti içi eğitimlerin niteliğinin ne olduğunu ilgili olanlar biliyor. Üçüncüsü YÖK (Eğitim Fakülteleri) yapılanması yeni yapı ile ne kadar uyumlu? Yeni sistem hangi bölümleri arttırmayı hangi bölüm ve alanları giderek kaldırmayı gerektiriyor? Bunlar MEB’in bünyesinde uyumlulaştırılması gereken hususlar. Asıl önemli ve üzerinde hiç durmuyor olsak da belirleyici olan MEB’in yürüttüğü faaliyetlerin toplumsal hayatla uyumu. Eğitim hayatımızın odağında bir alan. Diğer tarafları etkiliyor şüphesiz ancak etkilediğinden çok daha fazla etkileniyor. O yüzden bazı sosyal bilimcilerce toplumsal hayat için ‘kurucu alan’dan ziyade ‘yansıtıcı alan’ olarak tanımlanır. O yüzden MEB’in içinde çözmeye çalıştığımız pek çok sorunun kök bağlantısı eğitimin de içerisinde yer aldığı toplumsal hayata, toplumsal hayatın niteliğine yaslanıyor. Dolayısıyla eğitimi elbette MEB’in varlığını ve önemini inkâr etmeksizin toplumsal hayatın bütünlüğüne oturtabilirsek daha doğrusu o bütünlük içerisinde konumlandırıp değerlendirebilirsek o zaman çok daha yapısal adımlar atmış olacağız. O zaman eğitim, şu an sürdürdüğümüz 19. Yüzyıldan kalma düzenekte olduğu gibi topluma karşı konumlanmış işlevsiz bir direnç odağı olmaktan çıkacak, güçlü yarınlarımızın inşasında kurucu bir rol oynayacaktır.