Hikayesini okumamışsanız bile bir çoğunuz filmini izlemişsinizdir mutlaka.
Ben bir kez daha bugün ki yazımda, bu köpeğin veya köpeklerin hikayesine yer vermek istiyorum.
Bu hikayenin baş kahramanı, HACHİKO adında bir köpek.
Ama her hikayenin köpeğinin adı değişir, sizler kendi hikayenizdeki köpeğin adını kendiniz koyarsınız.
Bu hikaye 1924 yılında Japonya da Tokyo Üniversitesinde görevli bir profesörün bir köpek yavrusunu sahiplenmesiyle başlıyor.
Yavru köpekle profesörün birlikteliği ancak bir yıl kadar sürüyor. Asıl mesele; profesör bir yıl içinde bu köpeğe ne verdi veya ne yaptı da hikayeleri tarihe geçti.
Köpek bir yıl boyunca her sabah sahibiyle metroya kadar yürür, onu metroya bindikten sonra bırakır, eve geri döner.
Ve bir yıl boyunca bu durumu hiç aksatmadan ve saatleri şaşırmadan…
Kader ya, bir gün köpek yine metroda sahibini beklerken sahibi gelmez, o gece sabaha kadar bekler ama nafile...
Ne sahip gelir ne de sahipten bir haber ve bu durum böylece günler sürer.
Meğer profesör üniversitede kalp krizi geçirmiş ve ölmüştür.
Profesör ölmesine ölmüştür de, bunu sadık köpeğe kim nasıl anlatacaktır?
Köpek aylar ve yıllar boyunca, her gün düzenli bir şekilde metro istasyonuna gider, bir ümitle bekler, ama nafile...
Bu gidiş gelişler dile kolay ama tam on yıl sürer ve köpek on iki yaşında, istasyonda, metronun kapısı önünde ölür.
Hachiko'nun heykelini de sadakat timsali diye o istasyona dikerler.
Öncelikle şunu hepimiz çok iyi bilelim ki, her heykeli dikilen insan değil, bazen birilerinin sadık bir köpeği de olabilir.
Heykelini diktiyseniz, onun ölüm yıl dönümünü de anmalısınız.
Bu hikaye Japonya da geçmiş ve iki kahramanlı bir hikaye...
Düşünüyorum da, bizim ülkemizdeki köpeklerin hikayelerini yazmaya kalkışırsak acaba buna ömür yeter mi?
İşin kötü tarafı bu hikayedeki köpekte, sahibi de Japon ama bizde durum hep tersine; köpekler bizim ülkede, sahipleri ise hep yabancı...
Bu ülkenin kuzularına göz dikmiş ve onları parçalamak içinde, köpeklerini hep bizim köpeklerden seçmişler.
Tamam köpekler sadık hayvanlardır da, bunlar bizim kaptan yerler, başkasının kapısında havlarlar ve bizleri ısırırlar...
Bari birazda bunlara sadık kalın, yok!
Her halde bizdekilerin cinsi biraz farklı.
Gerçi bizimkiler de sahiplerine az sadık sayılmaz hani (!)
Sonuç olarak seksen yıldır dış güçlerin köpekleri bizleri ısırdılar, alimlerimizi ısırdılar, Kur’anlarımızı ısırdılar, arşivlerimizi ısırdılar...
İşte görüyorsunuz, en son milletin vekillerini de ısırmaya başladılar.
İşin iyi tarafı; biz artık içimizdeki düşman köpeklerini çok iyi tanıyoruz.
Yine de ayık olun, ''köpek var'' tabelalarına dikkat edin.