Hani şu ülkeleri bombalanan, hangi tarafa giderse onu öldürmek için birilerinin beklediği kadınlar, yaşlılar, çocuklar var ya. Hani yavrularını kurtarmak için üç beş tane iç lastikten yapılmış sal, bot, kayık, ne zıkkımsa onlara bindirilip, dipsiz deryalara, ölüme terk edilen mazlumlar var ya.
İşte onlarla ilgili yazmak istiyorum.
Değeli bir deprem uzmanı, kendisine ilginç gelen ve bir türlü anlamlandıramadığı bir cisimden bahsediyor. O cismin ege denizinin altında, ama suyun içinde mi, zeminde mi onu tam anlamadıklarını, görüntüden onu çıkaramadıklarını ifade ediyor. O cismin ilginç tarafı, büyük bir cismin içerisindeki değişik renkteki başka bir cismin var olduğunu, bu cisme yaklaşan her cismin, anında eriyip yok olduğunu ve cismin yapısının hangi kimyevi maddelerden oluştuğunu bir türlü çözemediklerini ifade ediyor.
Başka bir dostum, onların olaylara baktığı yerden değil, çok daha farklı bir açıdan baktığını ifade ediyor. O bakış açısı da şudur; “orta doğudaki savaşlar ve bu savaşlardan kaçıp, daha güvenli yerlere gitmek isteyen göçmenlerin, koca koca deryalarda boğularak can vermelerinin, Allah’ın yeryüzündeki bütün insanlara büyük bir ikazı olarak, denizin altındaki bir cisimle uyarıda bulunuyor. Bu mazlumların deniz altında kaybolup giden bedenlerinin balıklara yem olmasıyla bitmeyecektir. Onların ruhları, ister savaşın bir parçası olanlara, isterse bu savaşlara sessiz kalanlara son bir ikazdır. İnsanlık bu savaşlara bir dur demezse, bu mazlumların memleketlerinden uzak derya, denizlerde ölüp gitmelerine bir dur denmezse, korkarım ki bu tür cisimler çoğalacak ve bütün insanlar kendi paylarına düşen ateşi buradan alacaklardır.” diyor
Bende bu yazımda, biraz göçmenlere ve göç ederken maruz kaldıkları sıkıntılara değinmek istiyorum.
Sizler de dikkat etmişsinizdir, her akşam birçok haber bülteninde, mutlaka göç ederken denizde batan botlarda hayatını yitiren, onlarca mazlum göçmenin haberlerini görüyoruz.
Peki, bu insanlar nereye göçüyorlar, niye göçüyorlar? İnsanlar birilerinin kanlı savaşlarından kaçıyorlar. Savaşların doğurduğu açlıktan, sefaletten kaçıyorlar. İşsizlikten, umutsuzluktan kaçıyorlar. Bir umut, bir ışık, belki de ölümü düşünmeden, “nasıl çoluk çocuğumla aynı sofrada, bir lokma ekmek yiyebilirimin” umuduyla göç ediyor. Ancak bu umut yolculuğu, sık sık bir dram haline geliyor. Tekne kazalarında, her gün onlarca göçmen hayatını kaybediyor. Son bir yılda, üç bini aşkın göçmen, bu umut yolculuğunda hayatını kaybetti. Akdeniz ve ege denizi, adeta göçmen mezarlığına döndü.
Çıkılan umut yolculuğunda, sözde medeniyet şehirlerinin kıyılarına varıldığında, o ülkelerin sahil güvenlik ekiplerinin engellemeleri ile karşılaşan umut yolcuları, eğer halen bir denizin dibine cesedini bırakmamışsa, bir kez de bu sahillerde açlığa, susuzluğa mahkum ediliyorlar.
Savaşın ağa babaları ve onların kurdukları sömürü çarkları, insanı insanlığından çıkarıp, onursuzluğa mahkum ediyor. Dünyanın farklı yerlerinde milyonlarca insan açlığa, hastalığa, sefalete ve ölüme terk edilirken, kapitalist dünyanın çark sahipleri, kendi yeni kurbanları için neler planlıyorlar acaba?
Yine bu bozuk çarkların sahipleri, kendi çıkardıkları çirkin savaşlarına, bu savaşlarda yitip giden canlara göçlere, darmadağın hayatlara bizleri de alıştırdılar. Ve her şey adeta sıradanmış gibi bakmaya başladık. Oysa daha dün, bir kardeşimizin ölümü içimizi parçalarken, bu gün yüzlerce kardeşimizin ölümü, bizlerin kılını bile kıpırdatmıyor.
Zulüm her yerde, her ülkede, her coğrafyada, zalim insanlığın aklını, vicdanını köreltmiş. Zulüm devletleşmiş, devletler topluluğu olmuş, bütün bunlar yetmiyormuş gibi kıtalaşmış.
Bozuk ve alçak ideolojilerini, kurtuluş reçetesi gibi sunarak ürettikleri silahlarla, sömürmek istedikleri ülkelere savaş açıp, orada katliamlar gerçekleştiriyorlar. Orada ihtiyaç duydukları bir insan gücü varsa, göçmen diye alıyorlar, ihtiyaç duymadıklarını, denizlerde ölüme terk edebiliyorlar.
Sonuç olarak; yeryüzündeki bütün mazlumları, kendi çarkının çalışması için bir hammadde gibi gören, göç ederken, denizlerin üzerine bedenleri serilen bebeklerin ölülerini bile, “bu beni ilgilendirmez” diyebilecek kadar vicdansızlaşanların, dünyanın selameti için asla ve asla bir adım atmayacaklarını bilmeliyiz. Bütün olanlara ve olumsuzluklara rağmen, yeryüzü mazlum ve Müslümanları, hiçbir ayrılıkçı görüş ve düşünce öne sürmeden, inandıkları kitap ve din etrafında birleşip, kendi geleceklerini kendileri tesis etmelidirler. Bilinmelidir ki adaletin, vicdanın, insafın, imanın, inancın var olduğu yerde, mazlumların vatanlarından uzak diyarlarda, dipsiz deryalarda yok olup gitmeleri kolay olmayacaktır.