Bingöl Üniversitesi Zaza Dili Edebiyatı Doktor Öğretim Üyesi İbrahim Dağılma, 21 Aralık Dünya Anadil Günü münasebetiyle ana dilin önemine ilişkin açıklamalarda bulundu.
Bingöl Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesinde 21 Aralık Dünya Anadil Günü için Zaza Dili Edebiyatı bölümü Doktor
Öğretim Üyesi İbrahim Dağılma, Allah’ın bizi yaratırken bize verdiği dili
korumamız gerektiğini belirterek, “Malumunuz bugün 21 Şubat Dünya Anadil
Günü'dür. Biz bu günü niye önemsiyoruz? Niye bu günle ilgili bazı açıklamalar
yapıyoruz, bazı etkinlikler yapıyoruz? Biz biliyoruz ki, bu dünyayı yaratan Allah'tır.
Bu dünyadaki insana ait olsun veya insan dışındaki hayvan, bitki, canlı, cansız
diğer varlıklara ait olsun, gökyüzü, atmosfer, galaksi, bütün bu kâinatı
yaratan var eden Allah'tır ve Allah-u Teâla bu kâinatı yaratırken, bütün
canlıları, mahlûkatı, gök cisimlerini, yeryüzü cisimlerini yaratırken Allah-u
Teâla her bir yaratığına bir görev vermiştir, bir işlev vermiştir ve her
birinin kendisi için planlanmış olan bir süresi vardır. O süresi bağlamınca
üzerine düşen görevi yapar ve Allah-u Teâla'nın onun için takdir etmiş olduğu
süresi dolunca da görevine ya ara verir ya da görevini bitirmiş olur. Örneğin
her gün güneş doğuyor, akşam olunca batıp yerini aya bırakıyor. Bu kez güneşten
ve yıldızlardan, güneşten aldığı ışıkla dünyanın karanlığını bir miktar aydınlatıyor
ve sabah olunca yerini güneşe bırakıyor. Kış, yerini bahara bırakıyor. Sonbahar
yerini kışa bırakıyor. Ölen kişi, yerini doğan kişiye bırakıyor. Bu şekilde
böyle bir döngüdür gidiyor. İşte Allah-u Teâla bu varlıklar içinde en ahsen
varlık olarak insanı yaratmış. Allah-u Teâlâ, insanın ahsen ve eşref
yaratmasındaki en temel hikmet Allah'a kulluk edebilme iradesinin insanda
olmasıdır. Yani Allah-u Teâla diğer varlıklardan farklı olarak insanı hem
düşünebilen hem konuşabilen hem düşündüğünü ve konuştuğunu yaşama dökebilen ve
yaşama dökerken de herkese Allah'ın vermiş olduğu cüz'i irade bağlamında tercih
hakkına sahip olan bir varlık olarak yaratmıştır. Tabi Allah-u Teâla biz
insanları yaratırken birbirimizle iletişime girebilmemiz için, birbirimizi tanıyabilmemiz
için, birbirimizle anlaşabilmemiz için, birbirimize sağlıklı diyaloglar
geliştirebilmemiz için Allah-u Teâla bize çok büyük bir nimet vermiş. Bu nimete
biz, dil diyoruz, konuşabilme yeteneği diyoruz. Zazaca'da buna “zıvan” diyoruz.
Kurmanci olarak buna “zıman”, Farsça'da “zeban”, Arapça ‘da “lisan”, İngilizce
‘de “ language ” diyoruz. Rum suresinde Allah-u Teâla’dan ayet-i kerimede
belirtmiş olduğu gibi, Allah-u Teâla diyor ki sizin renklerinizin ve
dillerinizin farklı olması Allah'ın ayetlerindendir. Allah'ın gücünün
ayetlerindendir. Allah'ın gücünün kudretindendir. Yani Allah-u Teâla bugün
bizim dillerimizi farklı olarak yaratmışsa bu, aslında bir manada şuna göre “ey
insan ben çok farklı ağızlarla, çok farklı dillerle hem insani iletişimler
istiyorum hem de bununla beraber kendimin zikrini istiyorum ve hakikatin çok
farklı dillerde ifadesini istiyorum.” İnsanın dillerinin insanların dillerinin
ve renklerinin ırklarının farklı olması aynı zamanda Allah-u Teâla ayet-i
kerimede ne diyor? Biz bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sonrası kabileler ve
kabileler haline koyduk ki birbirinizle tanışasınız ve anlaşasınız diye. Espri
burada. Allah hakkında üstün olanınız takva sahibi olanızdır. Yoksa Zazaca
konuşan, Türkçe konuşan, Kürtçe konuşan, Arapça konuşan, Farsça konuşan,
İngilizce konuşan ve Bantu dillerinden bir dili konuşan o dillerden dolayı ve
Türk, Kürt, Zaza, Arap, Çerkez, Laz, İngiliz Fars olduğu için birbirlerinden
üstün olmuyor. Aslında bu renklerin, dillerin, ırkların farklılığı tıpkı bir
bahçedeki farklı meyve ağaçlarının çeşitliliği gibi anlaşılmalıdır. Nasıl ki
bir bahçedeki farklı meyve ağaçları o bahçeye çeşitlilik veriyorsa, rengiyle,
tadıyla, yaprağıyla, ağacının dallarıyla oraya bir çeşitlik veriyorsa,
yeryüzündeki insanların farklılığı da Sani olan Allah'ın gücünün bir
göstergesidir. Bu yeryüzü bahçesinde yerini alıyor. Her meyve kendi yanında
değerlidir, kıymetlidir ve her meyvenin ona göre bir tadı var, ama hiç kimse
bir bahçenin tümü ile elma ağacı olmasını istemez, tümü ile kaysı ağacı
olmasını istemez, tümü ile dut ağacı olmasını istemez, ama herkes aynı bahçede
çok farklı meyvelerin, çiçeklerin, güllerin olmasını ister. Dilleri böyle
anlamak lazım, dilleri bu anlamda değerlendirmek lazım. Ulus düşüncesinin,
Fransız ihtilalinden sonra bu yana içimizde bir hastalık olarak aşılanmış olan
nasyonalizmin ve ırkçılığın etkisiyle bir dili, bir kavmi, bir ulusu güç ve
iktidar devşirdi diye öne alıp dili, ulusu, kimliği, inancı ötekileştirmek, yok
sayma asimilasyona tabii tutmak ne insanidir, ne İslamidir, ne ahlakidir. Yani,
kimsenin böyle bir hakkı yoktur. Bugün Allah-u Teâla beni Zaza olarak
yaratmışsa, benim Zazaca konuşmam lazım. Yani, “eger ez Zazayo, gere ez-zıvanı
xwud kıse bıkır, ez zıvanı xwud vej inson ra sohbet biker yo mijuli biker.” Ben
bugün Zazaca konuşabiliyorsam, bir başkası Tacikçe konuşabiliyorsa veya diğeri
İbranice konuşabiliyorsa herkes kendi dilinde konuşabilmelidir, yazabilmelidir,
eğitim alabilmelidir.” şeklinde konuştu.
İnsanların korkmadan dillerini ifade etmesi gerektiğinin altını çizen Dağılma, “ Diyoruz ki vallahi korkmayın insanlar dillerini konuşuyor diye dillerini yazıyor. dillerinden eğitim alıyor diye veya dilleri yarın öbür gün ana dil statüsünde kabul edildi diye ne araya bir fitne girer ne araya bir tefrika girer. Aksine insani zenginliğin bir çeşmesi olarak Allah'ın nimetlerine karşı bir hürmet, bir saygı ortaya konmuş olur. Yani biz burada yetkilere sesleniyoruz. Yani özellikle azınlık olan ve güç ve iktidardan yoksun olduğu için güç ve iktidar sahibi dil ve kimliklerin etkisinde kalıp unutulmaya yüz tutmuş dillere Allah rızası için insani olarak sahip çıkın, insani olarak sahip çıkamıyorsanız İslami olarak sahip çıkın. Her açıdan biz sadece bir günü, 21 Şubat'ı Dünya Anadil günü olarak kutlamayalım. Allah'ın her günü, her farklı dilde konuşan dillerin günü olsun. Yani bu şuna benziyor, biz kuşlar diyoruz ama kuşların içinde çeşit çeşit kuşlar var. Serçe var, papağan var, akbaba var, baykuş var, saksağan var, kanarya var. Ama hepsi ortak isimli kuş olduğu halde hepsinin ötüş şekli farklıdır. Yani biz nasıl ki bir bülbülü karga gibi öttürmeye çalıştığımız zaman, bir papağanı saksağan gibi öttürmeye çalıştığımız zaman, ona bir zulüm, bir hakaret oluyorsa, onun yaratılışı üzerinde bir müdahale oluyorsa, bugün Zazaca konuşan birine, Kürtçe konuşan birine illaki zorla Türkçe konuşturmak veya Türkçe konuşan birine zorla onun Çince konuşmasını, Yunanca konuşmasını dayatmak bir zulümdür. Bu noktada biz diyoruz ki nasıl ki her kuş kendi dilinde ötüyorsa, her ot kendi tohumuyla, kendi köküyle, toprağıyla bitip yeşeriyorsa, her insan kendi diliyle konuşabilmelidir, kendi diliyle yaşayabilmelidir. Yani şairin dediği gibi insan üç dilde konuşabilmelidir. Hepsinden öncesi ana dildir. Niye ana dildir? Çünkü o ana dili onun kendisinin özü gibi kendisidir. Anasının sütü gibi ona paktır, aktır, haktır. Yani bu noktada bunu böyle bilmek lazım. Kendi diliyle konuştu diye insanlar düşman görülmemelidir. Kendi diliyle konuştu diye insanlar ayrıştırılmamalıdır, kendi diliyle konuştu diye insanlara farklı bir üstten tepeden bakıcı bir nazarla aşağılayıcı şekilde bakılmamalıdır. Bu vesileyle 21 Şubat Dünya Anadil Gününü, 365 güne yayılacak şekilde bir aktivite geliştirilmesini, irade geliştirilmesini istiyoruz. Ve mesela burada Bingöl Üniversitesi'nde İngiliz Dili Edebiyatı, Arap Dili Edebiyatı, Türk Dili Edebiyatı, Zaza Dili Edebiyatı, Kürt Dili Edebiyatı bölümleri vardır diye burada bir zenginlik oluşuyor. Ve bu zenginliğin sadece akademik kürsüde değil, ortaokullarda seçmeli bir ders olarak sunulmasını istiyoruz. Nasıl ki Allah'ın evi Beytullah’ın avlusunda yaklaşık 40-50 farklı renk, kimlik dil orada kardeşlik hukuku içinde birbirleriyle kucaklaşıp Allah'ı zikredebiliyorsa, anabiliyorsa aynı avluda Allah'ın beytinde bir ara geliyorsa yeryüzü de hükmen olarak Allah’ın evidir, Allah’ın bir beytidir. Allah’ın cihanşümul evidir. Bu Allah’ın cihanşümul evinde de farklı diller, farklı renklerin aynen o Beytullah'ın, Kâbe'nin avlusundaki o gönül rahatlığı gibi yaşamasını sağlamak lazım. Hatta bir dil unutulmaya, ölmeye yüz tutmuşsa, konuşulmuyorsa gerekirse o dilin konuşanı olmasak bile bizim o dilin konuşulması için, yaşanması için çabalamamız lazım. İnşallah en kısa zamanda dillerin, renklerin, inançların birbirini kırmadan, dökmeden bir arada yaşadığı, insanca yaşadığı güzel günlere bizi ulaştırmasını Rabbimizden umut ediyoruz.” dedi.